, , , ,

Aylık Rapor | Haziran 2020


Merhaba! Haziranın aylık raporuyla buradayım 🙋 Ne zamandır eski halime dönme çabası içindeydim, bu ay o yolda olduğumu hissettim ve sanırım iyi kötü bir düzen oturttum. Birikmiş yorumları yazdım, kitap okudum ve hatta bitirdim. Üstüne, dizi-film araştırıp ufak bir izleme listesi bile oluşturdum 😏 Çok yakında, dizili filmli yazılarla, tam anlamıyla geri dönmüş sayacağım kendimi 😇

Haziranda Saga'nın altıncı cildini okuyup bitirdim. Nasıl da özlemişim şunları, anlatamam 😊 Beşinci cildi okuyalı biraz olduğundan ve iki cilt arasında kurgusal açıdan da yıllar geçtiğinden, önceki ciltleri şöyle bir karıştırmam gerekti. Yine de çok keyifli bir okuma yaptım. Hikâye öyle bir yerde kaldı ki, devamını merakla bekliyorum 😲 Umarım Marmara Çizgi arayı çok açmadan serinin diğer ciltlerini bizlerle buluşturur.

Bu arada Saga'yı, ilk beş cildini dikkate alarak incelemiştim. O yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Haziran ortası gibi internetle alakalı sorunlarla uğraştım ve bu, bir hafta kadar sürdü. İnternetsiz geçen bu günleri e-book okuyarak değerlendirdim. Uzun zamandır elime almadığım Red, White & Royal Blue'yu bitirdim. Yani haziranda bir değil, iki kitap bitirdim 😎 Aman, tahtaya vurayım 😄 Bu kitabın incelemesi gelir mi, emin değilim... Çevirisi çıkar da okursam, bir ihtimal yazarım... Olur da yazmazsam diye, kısaca şunları söyleyeyim: Kitabı, GR'in yılın en iyi kitapları ödülünün adaylarında görmüştüm ilk önce. Sonra bir baktım, bu kitap iki kategoride de birinci olmuş. Merak ettim ve okudum. Amerikan seçim sistemi hakkında çok fazla bilgim olmadığından, ara ara sıkıldığım oldu. Kafa dağıtmalık, eğlenceli ve azıcık da şaşırtıcı bir kitap arayanlara tavsiye ederim 👍

Onun dışında İlyada'ya devam ediyorum. Kitap beklediğimden daha ağır geldi, o yüzden gıdım gıdım okuyorum. Bir de benim Agamemnon'la bir sorunum var gibi; kendisi dizelerde ne zaman boy gösterse bütün hevesim kaçıp gidiyor, söylediklerini okumak dahi istemiyorum. Truva Savaşı ile ilgili okuduğum diğer kitaplarda, yazılarda da sevmezdim ben bu karakteri. İlyada'yı okuyanlar veya Agamemnon'u bilenler, bu adam hakkında düşündüklerini yorum olarak yazabilir mi acaba? Bende mi bir sorun var; yoksa şu adam cidden itici, sinsi, bayağı, evlat olsa sevilmez biri mi?

Birtakım sanatsal projeler halen aklımda, fakat bu sıcaklardan dolayı ne elime fırça alasım geliyor ne de yeni bir şeylere başlayasım... Bunları sonbahara bırakacağım galiba; yarım bıraktığım bazı projeleri de o sırada yavaş yavaş tamamlar, yenilerine hazırlanırım diye düşünüyorum.

Siz haziran ayını nasıl geçirdiniz, neler yaptınız?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Dune Çocukları - Frank Herbert

Tür: Bilim Kurgu, Fantastik, Klasik
Goodreads Puanı: 3,93 (101.766 oy)
Orijinal Adı: Children of Dune
Seri: Dune, #3
Yayınevi: İthaki Yayınları
Çeviri: Dost Körpe
Basım Yılı: 2016
Sayfa Sayısı: 552

"Tıpkı insan hayatı gibi, her gezegenin de bir başlangıcı ve bitişi vardır."

Frank Herbert, deneylerden çok deneysel yaklaşımların had safhaya ulaştığı, tür içerisindeki "iyi edebiyat iyi edebiyattır"cıları bir araya getiren yeni dalga bilimkurgu akımının en önemli temsilcilerinden. Türün tüm olanaklarını, suyunu çıkarana kadar kullandığı Dune serisinin üçüncü kitabı Dune Çocukları, din ve güç arasındaki ince çizginin altını çizen sayılı romanlardan.

Paul'ün çöle gidişinin üzerinden dokuz sene geçmiş, çöl gezegeni artık yeşillenmeye başlamıştı. Baharat üretimi de giderek artıyordu. Bu değişimlerle beraber çöl terk ediliyor, kök salmış âdetlerden sapılıyordu.

Baharatın sağladığı geleceği görme gücünden yoksun kalan Alia, İmparatorluk'u kaybetmemek adına elinden geleni yaparken, karşısında geçmişinden hesaba katmadığı rakipler bulacaktı. Çölün derinliklerinden çıkagelen Vaiz, Paul'ün dinine karşı vaazlar veriyordu. Unutulmayan kan davaları tekrar gün yüzüne çıkacaktı.

Paul'ün ikizleri, II. Leto ve Ganimet ise İmparatorluk'un yeni mehdileri olarak yetiştirilmekteydi. Fakat onların da kendi planları vardı.

Dune Çocukları, efsanesiyle uzlaşamayan bir gezegenin yörüngede kalma mücadelesi.

"Her bilimkurgu hayranı, Dune Çocukları'nda kendilerine göre bir şey bulabilir."
-Publisher's Weekly

"Bilimkurguda bir dönüm noktası."
-Los Angeles Times

Dune Çocukları da incelemesi geciken kitaplardan biriydi. Serinin diğer kitapları gibi Dune Çocukları'nı da arkadaşlarla beraber okuyup kendi aramızda tartışmıştık. Aslında Dune üzerinden, diğer kitaplardan birkaç cümle ile bahsettiğim bir seri incelemesi yapmayı planlamıştım ben. Fakat seri içinde kitapların birçok açıdan değişiklik gösterdiğini görünce, hepsinin incelemesini yazamaya karar vermiştim. İyi ki öyle yapmışım, diyorum. Çünkü Dune Mesihi, Dune'dan ne derece farklıysa Dune Çocukları da Dune Mesihi'nden o kadar farklı...

Dune'un incelemesine şuradan, Dune Mesihi'ninkine buradan ulaşabilirsiniz.

Kurgu açısından Dune Çocukları beni fazlasıyla tatmin etti. Kitabın özellikle kurgulanan dünyayı besleyen ayrıntıları çok güzel işlediğini düşünüyorum. Kurgunun tarihsel, siyasal, psikolojik, sosyolojik nitelikleri bu kitapta daha da açıklanıyor, böylece okuyucunun Dune evrenini anlaması kolaylaşıyor. Bu açıklamalar olay örgüsü üzerinden, dolaylı olarak yapılıyor; genelde kültürlerin birbirini etkilemesi veya olayların çeşitli kültürleri etkilemesi olarak ele alınıyor. Karşılıklı etkileşimlerin sonuçlarını görmek içinse beklemek gerekmiyor. Zira toplumların yüzyıllara yayılmış evrimi, Arrakis'in başkalaşması ve güç dengesinin aniden değişmesiyle, birkaç yıl gibi çok kısa bir sürede gerçekleşiyor. Bu, özellikle Fremen kültüründe kendini gösteriyor; giyim kuşam, dil, hayat felsefesi gibi birçok alanda jenerasyonlar arasındaki farklılıklar göze çarpıyor. Fakat kuşaklar arasında yaşanan çatışmalar olay örgüsüne yedirilmiş bir biçimde, daha çok arka planda sunuluyor. Açıkçası ben, Dune Çocukları'ndan böyle bir şeyi beklemiyordum. Tüm bu değişimlerin aşama aşama gerçekleşeceğini, etkilerinin en az birkaç asır sonra ortaya çıkacağını düşünmüştüm. Yani Paul'ün neden olduğu olaylar silsilesinin ivme kazanarak gittikçe derinleşmesi, benim gözümde seriyi daha da ilginçleştirdi.

Dune Mesihi ile Dune Çocukları arasında yanlış hatırlamıyorsam 9 yıllık bir zaman farkı vardı. Anlayacağınız, Dune Çocukları bir önceki kitabın hemen ardından devam etmiyor. Bunu kavraması, ikizlerin durumu yüzünden biraz çetrefilli geldi bana 🤔 Arrakis'teki değişiklikler de muazzam ölçüde olduğundan, zamansal açıdan arada sırada kafam karıştı benim. Önceki kitapları okuyalı biraz olduğu için de fazladan çaba harcamam gerekti; karakterleri ve olayları hatırlamak için Dune'a ve Dune Mesihi'ne şöyle bir göz attım. Neyse ki kitabın olay örgüsü, serinin diğer iki kitabına nazaran daha anlaşılırdı. Önceki kitaplarda birbirinden bağımsızmış gibi gözüken birçok olay, aynı anda gerçekleşiyordu. Kurgunun temelini oturtamadan ve karakterleri henüz tanıyamamışken bunca olayı takip etmek, anlamak ve irdelemek takdir edersiniz ki güç... Dune Çocukları'nda ise hem kurguya daha aşina olduğumdan hem de çoğu olay birbirine bağlandığından, pek zorlanmadım. Sadece Alia ve ikizlerin durumundan dolayı, bu karakterlerin eylemlerine dönüp bir daha baktığım oldu. Onun dışında bir engelle karşılaşmadım; hatta Dune Çocukları için serinin en açık ve net kitabı diyebilirim.

Karakterlerden bahsetmişken... Kitabın karakter gelişimine hayran kaldığımı belirtmeliyim. Özellikle Alia'nın karakter inşası ağzımı açık bıraktı; kendisinin bir Dune'daki haline bakıyorum, bir de Dune Çocukları'nda dönüştüğü kişiye ve şaşırmadan edemiyorum. Alia'daki bu inanılmaz değişimin altı da fazlasıyla dolu; Alia’yı bu duruma getiren olaylar zincirinin neden-sonuç ilişkisi çok sağlam kurulmuş. Kitaptaki diğer karakterlerin dönüşümlerini de tatmin edici buldum.

Frank Herbert tüm bunları öyle bir şekilde kurgulamış ki gidişatın tahmin edilmesi pek mümkün değil zaten, ama şaşırtayım derken temeli saçma sapan şeylerle de doldurmamış. Her şeyi büyük bir titizlikle, ayrıntısına kadar planladığı belli. Zira Frank Herbert bu kitapta Dune'dan beri karşımıza çıkan birçok şeyi sorgulatıyor, yeniden anlamlandırmaya teşvik ediyor; bunların doğasını, gerek karakterlerin eylemleri ve seçimleriyle gerekse vuku bulan olayların sonuçlarıyla farklı açılardan görmemizi sağlıyor. Böylece ucu açık kalmış kısımları birbirine bağlayarak Dune'u bir bütün haline getiriyor, önceki kitaplarda oluşan soru işaretlerini olabildiğince gideriyor.

Dune Çocukları'nın önceki kitaplara kıyasla aksiyonu daha düşük; fakat bu, heyecanının eksik olduğu anlamına gelmesin. Aksine, spoiler yememe rağmen kitabı deli gibi okudum ben. Hatta keşfedilecek o nefes kesen kurgusuyla Dune bile bu kadar sürükleyici gelmemişti. Kurguya hakim olan soğuk savaş atmosferinin de okuru iğne üstünde tutarak sürükleyiciliğe katkıda bulunduğunu düşünüyorum. Sonraki bölümlerde neler olacağını merak ederek sayfaları birbiri ardına çevirmemek, bence bu nedenle oldukça zor.

İlgi çekici kurgusu, heyecan dolu olay örgüsü ve sağlam karakter gelişimiyle Dune Çocukları, Dune Mesihi'nden sonra ilaç gibi geldi bana. Aklımdaki soruların büyük ölçüde cevaplanmaya başlanması da serinin devamına duyduğum merakı güçlendiriyor. Dune Tanrı İmparatoru'nu elime almak için sabırsızlanıyorum 😊



"...Geleceği tamamen bilmek, o gelecekte tamamen kısılı kalmak demektir. Zamanı çökerten bir şeydir bu. Şimdiki zaman geleceğe dönüşür. Ben özgür olmak istiyorum."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, ,

Kitap Alışverişi | 21


Bir alışveriş yazısıyla daha herkese merhaba 🙋 Alışveriş yapmamak için direndim o kadar, ama nafile... Kardeşim kitap alacağını söyleyince, ben de 3-5 bir şeyler attım sepete 😁

Alışverişi eskiden Okuoku olarak bilinen Kitapsepeti'nden gerçekleştirdik. Son bir haftadır evin internetinde sorun olduğundan alışverişin takibini yapmakta zorlandım. Ama sipariş verme ile kargoyu teslim alma arasındaki süreyi göz önüne alınca, zaman konusunda herhangi bir sorunla karşılaşmadığımı söyleyebilirim.

Paketleme de fena değildi. Gerçi, kutuyu açar açmaz karşılaştığım balonlu naylonu kitapların üstüne öylece bırakmak yerine etrafına sarsalardı, daha iyi olabilirdi bence 😄 Yine de kargoma balonlu naylon koydukları için seviniyorum.

Bu arada, bu benim Kitapsepeti'nden yaptığım ilk alışverişti. Daha önce Okuoku'dan defalarca alışveriş yapmıştım ama firma değiştikten sonra buradan kitap almaktan çekinmiştim nedense. Memnun kaldığım bir alışveriş gerçekleştirdiğim için buradan alışveriş yapmaya devam etmeyi düşünüyorum. Özellikle de Kitapsepeti her alışverişine, kendilerine ait bu tatlı mı tatlı ayraçlardan koyarsa 😍

Gelelim aldıklarıma... Geçenlerde Find Me'nin çevirisinin çıktığını görmüştüm. Çevirmen değişikliğine gidildiğini fark ettiğimde, kitabı alınacaklar listemin tepesine koydum. Bir ara kitabı almamayı aklımda geçirsem de merakıma yenilip almış bulundum 🤷

Tolkien'ları ise eksikleri tamamlamak için aldım. Bunları çıktığından beri almayı planlıyordum aslında fakat okumayı istediklerimi almayı tercih ediyordum hep. Bu kitaplar çıkalı bayağı olduğundan, tükenir endişesiyle bu alışverişimde alayım artık dedim.

Saga'nın 6. cildini almak ne zamandır aklımdaydı. Fırsat bulmuşken onu da aldım. Sanırım içlerinden ilk okuyacağım Saga olacak. Bu sayede, yerlerde sürünen yıllık okuma hedefime az da olsa yaklaşmış olacağım 😬

Diğer 3 kitap ise Kitapsepeti'nin 200 lira üstü alışverişe verdiği hediye sete ait... İçlerinden İyi Kız'ın arka kapak yazısını okudum, kitap ilgimi çekti. Belki o kitabı okuyabilirim ama diğerlerini okur muyum, emin değilim...

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Call Me by Your Name - André Aciman

Tür: Aşk, Çağdaş/Modern, Yetişkin
Goodreads Puanı: 4,26 (175.442 oy)
Çeviri Adı: Adınla Çağır Beni
Seri: CMBYN, #1
Yayınevi: Atlantic Books
Dil: İngilizce
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 248

During a restless summer on the Italian Riviera, a powerful romance blooms between seventeen year old Elio and his father's house guest, Oliver. Unrelenting currents of obsession and fear, fascination and desire threaten to overwhelm the lovers who at first feign indifference to the charge between them. What grows from the depths of their souls is a romance of scarcely six weeks duration, and an experince that marks them for a lifetime. For what the two discover on the Riviera and during a sultry evening in Rome is the one thing they both already fear they may never truly find again: total intimacy.

"As much a story of paradise found as it is of paradise lost... Extraordinary."
-New York Times

"Brave, acute, elated, naked, brutal, tender, humane and beautiful."
-Nicole Krauss, the author of Forest Dark

"Evocative, poetic and deeply beautiful... This riff on longing, sexual awakening and the impact of the past will strike an exquisite chord with those falling in love for the first time (or out of love for the last time)."
-Tatler

Şu kitabı okuyalı 1,5 yıl oluyor ve ben incelemesini ancak yazabiliyorum, olsun... Bir yandan iyi oldu, diyorum. Düşüncelerimi toparlayabildim ve içime sinen bir inceleme yazabildim. İncelemeyi Onur Ayı'nda paylaşıyor olmak da ayrı bir güzel 🏳️‍🌈 Bu gecikmenin en büyük nedeninin hayatımdaki yoğunluk olduğunu söylesem de öyle değil. Asıl neden, bende böylesine derin bir iz bırakan bu kitabın incelemesini nasıl yazacağım hakkında en ufak bir fikrimin bile olmamasıydı. Şu anda bile ne yazarsam yazayım, paragrafların yetmeyeceğini; nasıl anlatırsam anlatayım, kelimelerin yetersiz kalacağını biliyorum. Normalde, kitabı okurken ve kitabı bitirdikten sonra hatırlatıcı işlevi gören ufak notlar alırım. Fakat bu durumda, kitabın etkisi altındayken deftere karaladıklarımın bu incelemeye yardımı dokunacağını sanmıyorum. Çünkü ne o heyecanla yazdıklarımı okuyabiliyorum ne de yazdıklarımdan çıkarabildiklerimi anlıyorum. Neyse ki, blogu yenilediğim sıralarda CMBYN hakkında bir şeyler yazmışım. Onlara eklemeler, çıkarmalar yaparak hayatımın incelemesini yazmaya çalıştım 🤗

CMBYN, filmiyle keşfettiğim kitaplardan... Hatta filmi ile kitabını eşit derecede başarılı bulduğum, nadir eserlerden biri. Filmi beni o kadar etkilemişti ki film hakkında notlar alır almaz kitabın ingilizcesini internetten bulmuş, kitabı almak için bahanem olsun diye de atlayarak okumuştum. Ama bu, duyduğum açlığı geçirmedi tabii; Armie Hammer tarafından seslendirilen audiobookunu dinlemek de öyle... Bu arada, tüm bunlar yaklaşık 20 saatte filan olup bitti. Bu 20 saatte filmi izledim, filmin üstüne düşündüm, varlığımın nedenini sorguladım, kitabın e-bookunu okudum, hayatı tekrar sorguladım, filmi yorumladım, sonra da kitabı dinleyerek uykuya daldım. Sıralama bu şekilde olmayabilir zira o sırada beynim, uykusuzlukla boğuşup nasıl bir şeye çarptığımı anlamlandırmaya çalışıyordu. Eylemlerimi hatırlamakta zorlanıyor olabilirim ama hissettiklerimi çok net bir şekilde anımsıyorum.

CMBYN beni o kadar etkiledi ki... Daha önce hiçbir kitap beni böyle etkilememişti. Bu, benim daha önce yaşamadığım çok yoğun ve az da olsa korkutucu bir deneyimdi. Uzun bir süre boyunca da CMBYN'in etkisinden çıkamadım. Nitekim, kitabın incelemesini Adınla Çağır Beni yerine orijinali üzerinden yapmamın nedeni de bu. Çünkü beni sudan çıkmış balığa döndürüp varoluşsal krizlere sokan, Adınla Çağır Beni değildi. Çevirisinden uzun uzadıya bahsedeceğim zaten, ama önceki yazılarımı görmeyenler için şunu bir kez daha söyleyeyim; çevirisi, kitaba hakkını vermiyor. Şu noktada ise hiçbir çevirinin CMBYN'in verdiğini veremeyeceğine, hissettirdiklerini hissettiremeyeceğine eminim. Her neyse, laf lafı açıyor; konuyu daha fazla dağıtmadan, birazcık uzun bir giriş yaptıktan sonra, incelemenin ayrıntısına geçiyorum.

CMBYN'i sadece bir aşk kitabı olarak niteleme taraftarı değilim; zira kitap, bundan çok daha fazlası... Elio ile Oliver'ın arasındakileri de aşk diye nitelemek biraz yetersiz kalıyor bence. Çünkü Elio ile Oliver'ın arasındaki çok başka bir şey... Bu iki karakterin arasında aşktan, tutkudan, arkadaşlıktan beslenen; zamanın ve coğrafyanın koparamadığı, derin ve saf bir bağ var. CMBYN ise bu bağı tüm ayrıntısıyla işliyor.

Kitap, aşk yaşayan iki karakterin aralarındaki yaş farkından ve yaşananlardan dolayı birçok tartışmaya neden oldu. Bu tartışmalara girmeyi, olayı farklı bakış açılarından ele alıp gerçeklerle karşılaştırarak biri hariç hepsini çürütmeyi düşünmüştüm bir ara. Fakat daha sonra vazgeçtim. Hem bunun gibi manasız çekişmelerle güzelim kitaba haksızlık etmek istemedim hem de üstünde düşününce, bunlara açıklama getirmek çok saçma geldi bana. Bir de, ben her ne kadar gerçeklerden bahsedip bunları karakterlerin psikolojisi ve eylemlerinden yaptığım çıkarımlarla desteklesem de günün sonunda yine herkes ama ile başlayan cümleler kurmaya devam edecek. O nedenle, tüm bunları Elio ve Oliver'ın gözünden görmeye çalışarak kitabı tekrar okumayı öneriyorum herkese. Bu iki karakterin geçmişini, bakış açısını, psikolojisini, o yaz deneyimlediklerinin sonraki yaşamlarındaki etkilerini göz önüne alarak değerlendirin kitabı. Ben bunları dikkate alarak kitabı defalarca okudum ve şahsen Elio ile Oliver'ın hissettiklerini, yaşadıklarını çok kıymetli buluyorum.

Bu kitabın yeri, bende çok ayrı... Olayların geçtiği yerler, karakterler, yaşananlar öylesine tanıdık geliyor ki bana. Kitabı okurken sanki bu kurgunun, olay örgüsünün bir parçasıymışım gibi hissettim; Mafalda'nın kahvaltı sofrasına oturmuş, yağmurlu bir günde Perlmanlarla birlikte koltuğuma kıvrılıp kitap okumuş, Elio'nun peşine takılıppiazzettayı bisikletle turlamış olarak görebiliyorum kendimi. Eskiden, o yaşlarda, yaz tatilimi tıpkı Elio gibi ailemle birlikte şehrin kakofonisinden uzakta, walkmanimle, kitaplarımla ve denizle geçirirdim ben de. CMBYN bana o günleri, Oliver'ın deyimiyle, kendi cennetimi de hatırlattığı için böyle hissediyor olabilirim. Bunun kitapla veya Elio'yla bağ kurmamı kolaylaştığı aşikâr, ama böyle hissetmek için benzer deneyimlere sahip olmak gerekmiyor; André Aciman'ın kurgusu ve bilhassa bu kurguyu ifade ediş biçimi, okuru 1980'ler İtalya'sına götürüyor zaten...

Kitabın kurgusu, çoğu zaman kurgu gibi gelmedi bana. Barındırdığı temalarla, hissettirdiği duygularla kitap o kadar içten ve canlı ki... Elio'nun ve yaşadıklarının gerçek olmadığının, bir insanın hayal gücünün bir ürünü olduğunun farkına varmak çok zor. Yazılanların gerçekten yaşamış olabileceği hissini üstümden atamadım bir türlü. Yazarın ne anlattığı kadar nasıl anlattığının da etkisi var bunda. Aciman kurguyu, hatıraya benzer bir biçimde kaleme almayı seçmiş. Yaşananları Elio'nun bakış açısından, doğrusal bir zaman çizgisini takip etmeden yazmış; yani olaylar Elio'nun hatırladığı şekliyle ve kadarıyla, Elio'nun şimdiki düşünceleri ve yorumu da katılarak sunulmuş. Anlatım tarzını çok ilginç ve zekice buldum ben, bu anlatım biçiminin kitabı birçok açıdan tamamladığını düşünüyorum. Elio'nun hislerini, düşüncelerini ve 1987 yazında yaşadıklarının önemini daha iyi verebilecek bir anlatım şekli gelmiyor aklıma. Özellikle yaşananların anı şeklinde ifade edilmesiyle bile Aciman'ın kelimelerle dile getiremeyeceği noktaları vurguladığını düşünüyorum. Anıların geçmişte bir daha erişilemeyecek bir biçimde öylece kalmasının, o yazın Elio için bir daha yaşayamayacağı ilklerden ve deneyimlerden ibaret olmasını temsil etmesi gibi... Ayrıca bu anlatım, kurguyu daha da derinleştiriyor; karakterleri ve olay örgüsünü daha kompleks bir hale getiriyor. Şöyle ki, yaşananların Elio'nun bakışından ve bir anı şeklinde anlatılması öncelikle tüm bunların doğruluğunu sorgulatıyor. Mesela, Oliver gerçekten de Elio'nun dediği gibi her zaman kendine güvenen biri miydi? Yoksa bu, Elio'nun Oliver'ı idealleştirmesi sonucunda yaptığı bir çıkarım mıydı? Kitaptaki bazı sahneler, Elio'nun yanlış sonuçlara varma ve yanlış hatırlama potansiyelini çok güzel gösteriyor ve bu sadece Elio için geçerli değil; Oliver'ın da benzer bir durumda olduğu, zaman zaman Elio hakkında yanlış kanılara vardığı görülüyor. Karakterler, yaptıkları hatalarla karakterlikten çıkıp insana dönüşür; başta Elio ve Oliver olmak üzere CMBYN'deki birçok karakter, dolayısıyla bana bu denli sahici geliyor. Anıların dün-bugün-yarın şeklinde düz bir çizgide değil de birbirine anlamsal açıdan bağlanıp olaydan olaya atlanarak anlatılması, kitabın gerçekçiliğini de güçlendiriyor bir nevi. Tüm bunlar iyi ki geçmişin şimdiki zaman olarak işlendiği, doğrusal bir zaman çizgisinin takip edildiği, farklı bakış açılarına yer verilen bir kurguda anlatılmadı. Aciman, CMBYN'in devamı olarak yazdığı Find Me'de bu tarz bir anlatımı kullanıyor; CMBYN'in verdiğinin bir benzerini Find Me'nin verememesinin bir sebebi de bu aslında.

Kitabın olay örgüsü, anı şeklinde anlatıldığı için biraz dağınık. Anılar arasındaki geçişlerin belirgin olmaması da başlarda kafa karıştırabilir. Özellikle CMBYN'i kitabıyla tanıyorsanız, karakterleri ve mekanları zihninize oturtmakta bu nedenle biraz zorlanabilirsiniz. Fakat bir süre sonra anlatımın akışına kapılıp herkesi, her şeyi yıllardır tanıyormuşsunuz gibi hissetmemek elde değil. Ben CMBYN ile filmi vasıtasıyla tanıştım. O yüzden bu konuda zorlanmadım. Hatta önce filmini izlememe rağmen bu, kitabın büyüsünü de bozmadı; aksine besledi. Karakterleri zihnimde canlandırırken filmi gözümün önüne getirdim; diyaloglarda filmdeki oyuncuların seslerini, kelimelere yaptıkları aynı vurguları duydum. Filmi önce izlemem, okuma sürecimi bir üst noktaya taşıdı diyebilirim.

Film demişken... Filmi çıkan kitapların, kapağında film afişi olmayan versiyonlarını tercih ederim genelde. Afişlerin kullanılmasını hem yazara yapılan bir nezaketsizlik olarak hem de biz okurların hayal gücünü istemeden de olsa kısıtlayan bir eylem olarak görüyorum. Fakat filmin kitaba oldukça sadık, müthiş bir yapım olduğunu; dahası kitabı tamamladığını düşünüyorum. O nedenle, kapakta bu afişin kullanılması benim hoşuma bile gitti. CMBYN'in basımı ile ilgili bir de şuna değinmek istiyorum: Basımdaki farklılıktan dolayı kitabın sırtı kırılmaya çok müsait. Sanırım bizdeki tüm yayınevleri, kitaplarının ön ve arka kapaklarına pilyaj yaptırıyor. Sırtın bir santim kadar yanında katlamayı kolaylaştıran çizgi şeklindeki oyuk var ya, işte o kısım, Atlantic Books'un basımında yok. Bu da kitabın sırtını kırıklara ve çatlaklara karşı daha korunmasız hale getiriyor, kitabı okumayı da zorlaştırıyor. Özellikle siz de benim gibi, kitaplarınızı en az hasarla okumaya çalışanlardansanız, bu basımı okurken kitaba zarar vermemek için şekilden şekile girmeniz kaçınılmaz. Ben bunca dikkati göstermeme rağmen kitabın sırtında, gözle hemen seçilmese de dokunulduğunda hissedilebilen ufak kırışıklıklar meydana geldi. Bu basımı edineceklere, kitabı okurken biraz daha dikkatli olmalarını öneririm.

André Aciman'ın üslubunda, kelime seçiminde öyle bir şey var ki... CMBYN'i okumuyor da yaşıyorum resmen. Bu yüzden, Elio'nun yaşadıklarına hemen yanı başında şahit olmakta ve hatta kendimi Elio'nun yerine koymakta hiç zorluk çekmiyorum. Elio'nun duygularındaki yoğunluktan kitaba ara verdiğimi veya Elio'nun sabırsızlığını hissedip sayfaları deli gibi çevirdiğimi bilirim. Kalbimi binbir parçaya bölüp beni sabaha kadar uyanık tutan o sonun bende uyandırdıklarından hiç bahsetmiyorum bile... Kitabı ilk okuyuşumda tam olarak böyleydim; 1987 yazına Elio'nun gözünden bakmak, onun algıladıklarını algılamak, onun hissettiklerini hissetmek dışında başka bir şey yapamadım. Kitap her ne kadar kahraman bakış açısıyla yazılsa da, tüm bilgiler elimizde olmasa bile, bir okur olarak olaylara dıştan bakma şansına sahibiz. Karakterleri ve verdikleri kararları sorgulayabilir, bu sayede onlar hakkında bir fikir edinebiliriz. Fakat bunu CMBYN'i bilmem kaçıncı okuyuşumda ancak yapabildim ben. Aylarca kitabın üstünde 7/24 düşünmenin de katkısı oldu tabii 😉 Başlarda, Elio'nun çıkarımlarının ne kadar saçma olduğunu düşünsem de Elio ile benzer kanılara varmaktan alamadım kendimi. Çok sonraları diğer karakterlerin de kendi nedenleri, fikirleri, doğruları olduğu aklıma geldi; kendimi o gerçeklikten sıyırıp kurguya tarafsız bir biçimde bakabildim. Bakın bu, gerçekçi karakterler yaratmaktan veya sağlam bir kurgu oluşturmaktan çok daha fazlasını gerektiren bir şey; okurun karakteriyle empati yapmasını sağlamaktan daha öte, daha değerli bence. Yani André Aciman her şeyi çok güzel ifade ediyor; pişmanlığı, sevinci, kıskançlığı, sevgiyi, acıyı, aşkı kelimeleriyle yoktan var ediyor ve onca duyguyu iliklerinize kadar hissettiriyor. Hatta okuru kitabın içine çekmekle kalmayıp sayfalarında yaşatıyor.

CMBYN'i İngilizce paperbackten Türkçe paperbacke, e-booktan audiobooka kadar her formatta defalarca okumuş biri olarak kitabın çevirisi hakkında kapsamlı bir inceleme yapabileceğimi düşünüyorum. Öncelikle, çeviriyi bir eseri yeniden yazma işi olarak gördüğümü belirtmeliyim. Bu demek oluyor ki okuduğum çeviri kitapları, sadece yazara ait değil; o eserde çevirmenin de bir dokunuşu, bir izi var. Bence başarılı bir çeviri, bu dokunuş ne hafif ne de sert bir biçimde yapıldığı zaman gerçekleşiyor; bu orta noktanın çevrilecek esere göre ayarlanması da gerekli tabii. CMBYN ise orta noktası bulunması zor eserlerden biri, fakat Adınla Çağır Beni'ye baktığımda bu konuda herhangi bir çaba bile harcanmadığını görebiliyorum; kitap baştan sonra, bu iki uçta yeniden yazılmış.

Çevrilen cümleler, anlamı kısmen karşılıyor; yazarın ne demek istediği az çok anlatılabiliyor. Fakat bazı noktalarda çeviriyi ciddi ciddi sorguladığım oldu. Mesela witch's brew deyişini "kocakarı ilacı" diye çevirmek varken, buna "büyücü karışımı" demek ne alaka? Aynı şekilde homecoming kelimesini de "yuvaya dönüş" diye çevirmek varken "vatana dönüş" diye çevirmek... "Eve dönüş" denseydi keşke, en azından birebir çevirmişler derdim. Kitapta bunun gibi bağlam göz önüne alınmadan yapılmış, uygunsuz birçok çeviri mevcut ve bunlar inanılmaz sırıtıyor. CMBYN'i birkaç saatte silip süpürmüşken Adınla Çağır Beni'yi aylara yayarak okumamın sebebi, işte bu çeviri faciası. Adınla Çağır Beni elimde süründü resmen ve bunda, o sonu tekrar okumaktaki isteksizliğimden eser olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta o sonu tekrar okumak, tüm kitabı bu çeviriyle okumaktan daha iyi geldi bana. Çünkü oradaki acıya tutunarak bu çeviriyi yok saymayı başarabildim.

Kitabın çevirisi cümlelerin birebir anlamını vermekte bile zorlanırken, Aciman'ın anlatımındaki şiirselliğin eksikliğinden bahsetmek biraz komik kaçacak ama olsun 😄 Bağlam dışına çıkan bu çeviriyle kitabı edebîliğinden sıyırmışlar, basit bir anı kitabına dönüştürmüşler. Bu yüzden Adınla Çağır Beni'de CMBYN'in akıcılığından, sahip olduğu o sıra dışı atmosferden, Aciman'ın şairane üslubundan eser yok. Eh, haliyle bu iki kitap aynı duyguları da uyandırmıyor; CMBYN'i bitirdiğimde salya sümük ağlarken Adınla Çağır Beni'yi bitirdiğimde en fazla bir oh çekebiliyorum. Eğer bu kurguyu Adınla Çağır Beni'yi okuyarak tanıdıysanız ve kitap hakkındaki tüm bu curcunanın abartılı olduğunu düşünüp bir şeyleri kaçırıyormuş gibi hissediyorsanız, çeviriden dolayıdır. Az biraz İngilizce biliyorsanız Adınla Çağır Beni'yi almayın, okumayın. CMBYN'i sürekli sözlük karıştırarak okuyun gerekirse; ama ne kendinize ne de böylesine güzel bir hikâyeyi, böylesine güzelce işleyen bir esere bu çeviriyi okuyarak haksızlık etmeyin.

CMBYN vadettiğinden çok daha fazlasını sunan, okuyanda iz bırakan, çarpıcı bir eser; derin kurgusu, hakiki karakterleri ve güçlü anlatımıyla beni en çok etkileyen kitaplardan biri. Kurguyu ve karakterleri derinlemesine anlamak, André Aciman'ın duygu dolu üslubunun keyfini çıkarmak için çevirisi yerine eserin orijinalini tavsiye ederim.



"He came. He left. Nothing else had changed. I had not changed. The world hadn't changed. Yet nothing would be the same. All that remains is dreammaking and strange remembrance."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku