, , , ,

Aylık Rapor | Temmuz 2020


Temmuz ayının raporundan herkese merhaba! Bu ayı bolca yazarak, biraz da okuyup izleyerek geçirdim. Geçen senenin kitap yorumlarını bitirdim sayılır, son incelemeyi yazıyorum. Kitabı okur okumaz incelemesini yazdığım zamanlara geri dönebileceğim artık 😇

Yazılacak inceleme olunca kitap okuyasım gelmiyor benim. Kitapları genelde silip süpürerek okuduğumdan başladığım her kitap, birkaç güne biten kitap oluyor. Biten her kitap da yazılacak bir inceleme anlamına geliyor. O yüzden tam incelemeler bitti derken, okuduğum yeni kitaplarla listeyi o eski kabarık haline getirmeyi başarıyorum. Böyle giderse bu yazılacaklar listesinin sonu hiç görünmeyecek, diye düşünüp bir şeyler yapmaya karar vermiştim. Son bir senedir okumamı biraz kontrol altında tutmaya çalıştım. Önceliği yorum yazmaya verdim ve sonunda, istediğim o noktaya geldim 🙌 Yazılacak, Dünyalar Savaşı'nın incelemesi kaldı bir tek; onu da şu sıralar yazdığım için incelemelere bitti gözüyle bakıyorum 😏

İncelemeler bittiği için kitap okumaya döndüm ve biz arkadaşlarla yine toplandık; Dune'un filmi çıkmadan bir Dune daha patlatalım, dedik. Dune Tanrı İmparatoru ile Dune okumalarına kaldığımız yerden devam ediyoruz 😉 Kitabın henüz başlarında olmama rağmen, serinin önceki kitaplarına kıyasla Dune Tanrı İmparatoru'nu hem kurgu hem de üslup açısından çok farklı buldum. Bu farklılığın neyden kaynaklandığına dair ise hiçbir fikrim yok. Bakalım, Dune evreninde beni ne gibi sürprizler bekliyor. Kitabın incelemesi ise kitap biter bitmez gelecek ✌️

Bu senenin en çok dizi izlediğim ayı, temmuz olabilir. Temmuzun birinde Dark'a bir başladım, bitirene kadar da başka bir şey izleyemedim. Diziyi kardeşimle birlikte, sindire sindire ve bölüm aralarında deliler gibi tartışma yaparak izledik. Bu ay izlediğim bir diğer dizi ise Killing Eve'di. Şuradaki en son yazdığım Dizi Notları'nda bu iki diziden bahsettim. Killing Eve hakkında yazarken fark ettim ki bunun yeni sezonu gelmiş, hatta geleli aylar olmuş. Yazıyı bitirir bitirmez hemen açtım 3. sezona baktım. Araya kitap incelemeleri girince sezon yarıda kaldı. Bu hafta bu sezonu bitirip yeni dizi arayışına girmeyi planlıyorum. Benim dizi tarzım az çok belli, diye düşünüyorum. Var mı şöyle bildiğiniz, ilginç bir kurgusu ve sağlam karakterleri olan bir dizi?

Siz temmuz ayını nasıl geçirdiniz, neler yaptınız?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Uzayda Piknik - Arkadi & Boris Strugatski

Tür: Bilim Kurgu, Klasik
Goodreads Puanı: 4,18 (40.461 oy)
Orijinal Adı: Пикник на обочине
Seri: -
Yayınevi: İthaki Yayınları
Çeviri: Hazal Yalın
Basım Yılı: 2018
Sayfa Sayısı: 200

"Herkes mutlu olsun, bedavaya, ve hiç kimse incinerek gitmesin!"

Arkadi ve Boris Strugatski, entelektüel açıdan kışkırtıcı, inanılmaz eğlenceli, cesur ve eleştirel kitaplarıyla "Sovyetler döneminin en büyük bilimkurgu yazarları" sıfatını hak eden yegâne ikili. Uzayda Piknik ise yazarların en şöhretli ve ilham verici romanı.

Uzaylılar dünyanın beş bölgesini ziyaret etmiş ve giderken geriye "atıklarını" bırakmışlardır. Bu atıklar, tüm dünyada bir gizem yaratır, endüstri ve bilim çevrelerinin de odak noktası haline gelir. Atıkların bulunduğu yerler "Bölge" olarak adlandırılarak karantina altına alınır ve bu Bölgeler çevrelerindeki şehirleri ekonomik ve sosyal açıdan etkilemeye başlar.

Redrick Schuhart, Bölgeden uzaylı atıklarını kaçırıp satan bir stalkerdir. Çoğu insan gibi, hayatı yasak Bölge tarafından şekillendirilen Red ve bilim insanı arkadaşı Kiril'in bir zamazingo elde etmek amacıyla buraya yaptıkları yolculuk ise beklenmedik olaylara sebep olur...

Uzaylıların dünyaya yaptığı bu ziyaret bir piknikten mi ibaret? Yoksa arkasında insan aklının alamayacağı bir gizem mi yatıyor?

Uzayda Piknik, karantinaya alınmış insanlığın var olma çabası.

"Heyecan verici, canlı ve hoş... Girift olaylar, yaratıcı detaylar içeren, etik ve entelektüel açıdan sofistike bir eser."
-Ursula K. Le Guin

"Mükemmel... Strugatskiler'in sadakati ve hırsı, dostluğu ve aşkı, umutsuzluk ve tükenmişliği marifetle ele alması şahane bir öykü yaratıyor."
-Theodore Sturgeon

Uzayda Piknik, Strugatski kardeşlerin okuduğum ikinci kitabıydı. Kendilerini, Tanrı Olmak Zor İş ile tanımıştım ve kitabı da burada yorumlamıştım; kalemlerine şaşkınlıkla karışık bir hayranlık duymuştum. Yanlış hatırlamıyorsam, dizisinin çıkacağı haberinden sonra Uzayda Piknik’i merak edip okumaya başladım. Biraz sancılı geçen bir okuma sürecinin sonunda kitabı bitirdim.

Strugatskilerin kurgularını yaratıcı buluyorum. Oldukça sıradan bir olguyu çok farklı bağlamlarda, insanın aklına bile gelmeyecek şekillerde işliyorlar. Tanrı Olmak Zor İş’te de böyleydi, Uzayda Piknik’te de böyle… Uzaylılardan kaldığı varsayılan, olağandışı bu nesnelerin dünyadaki varlığını bu tarz bir açıklamayla anlamlandırmak herkesin aklına gelmez; hatta aklının ucundan bile geçmez. O yüzden, Uzayda Piknik gibi kitapları keşfedince kendimden geçiyorum 😌 Kitabı okurken, kurgunun bu yönüne biraz daha fazla yer verilseydi keşke, demiştim. Uzaylılara ve atıklara dair arka planda dönen muhabbetin biraz daha belirginleşmesini istemiştim. Ama kitabı bitirip üstünde düşündükten sonra, yazarların yaptığı açıklamaların özellikle de piknik benzetmesinin yeterli olduğunu fark ettim. Bu sayede, sayfalarca yazacaklarını veya yaza yaza anlatamayacaklarını bir benzetmeyle ima etmiş oldular. Bu benzetmenin nereden ve nasıl çıktığının tam olarak verilmemesi ise kurguya hakim olan gizemi koruyor, atıkların bilinmezliğini pekiştirmiş oluyor. Sanırım Strugatski kardeşler cevaplardan çok sorulara, daha doğrusu soru sormaya önem veriyor. Zira Tanrı Olmak Zor İş’te de aklımdaki soru işaretleri giderilmemişti ve ben, kitap bittikten sonra bir süre bu kitaba takılı kalmıştım. Bir benzerini Uzayda Piknik’i okuduktan sonra da yaşadığım için yazarların okuru sorgulamaya ittiğini söyleyebilirim.

Kurgunun hoşuma giden birçok ayrıntısı var. Bunlardan biri, uzaylıların tüm kitap boyunca bir kere bile olsa boy göstermeden varlıklarını hissettirmeleri oldu. Bir diğeri, insanın sınırlılığını çok usulca fakat güçlü bir şekilde ifade etmeleri. İnsan aklının ve teknolojisinin ancak bu kadara yettiği düşüncesini işleyişleriyle beni ürkütmeyi, rahatsız etmeyi başardılar. İnsanların uyum sağlama becerisini gösterme biçimlerini ise ayakta alkışlıyorum. Bölge’lerin etrafının çevrelenmesi, yaşanan ekonomik ve toplumsal değişimler, yapılan bilimsel araştırmalar, insanların yaşamak için bulduğu yollar, stalker gibi yeni mesleklerin icadı, bunca bilinmezliğe rağmen insanın değişme ve gelişme becerisini çok güzel yansıtıyor.

Özellikle bilim kurguların ana karakterleri bana genelde yabancı gelir. Benden çok farklı bir zamana ait, çok farklı birini okuduğumu her fırsatta hissettirirler. Uzayda Piknik'in ana karakteri Red ise böyle hissettirmedi. Verdiği yaşam mücadelesi ve yaptığı seçimleriyle Red, insani yönü vurgulanan bir karakter; arzuları, kâbusları, istekleri ve hayalleri olan sıradan biri. Okuduğum kadarıyla, Strugatski kardeşler kurgudan ziyade karakterleri öne çıkarıyor; kurgunun iskeletini oluşturan fikir ve yaklaşımlar yerine karakterlerin psikolojisine, hayatta kalma çabasına ve belki de en önemlisi insanlığına odaklanıyorlar. Bunu da inanılmaz bir ustalıkla yapıyorlar.

Strugatskilerin kitaplarını anlamakta, dolayısıyla da okumakta bayağı zorlanıyorum, nedenini ise henüz bulabilmiş değilim 🤨 Bu durumun çeviriden kaynaklı olabileceğini düşündüm. Fakat Rusça bilmediğim için kitapları inceleyip bu kanıyı doğrulama veya yanlışlama gibi bir imkanım yok. Belki de bu, hem olay örgüsündeki boşluklardan hem de sonun muğlaklığından kaynaklanıyordur. Çünkü yazdıkları kitaplarda karakterlerin eylemleri ve bu eylemlerin ardındaki güdüleri genelde açıkça belirtilmiyor, dolaylı bir biçimde ifade ediliyor; olay örgüsünün bağlandığı sonuç ise oldukça muammalı. Tanrı Olmak Zor İş'e göre Uzayda Piknik, bir tık daha anlaşılır. En azından bu sefer karakterlerin neyi neden yaptığı kavranıyor ve yazılan son, bu kurgu çerçevesinde anlamlı geliyor. Ama okura yine belli açıklamalar ve net bir son sunulmuyor.

Uzayda Piknik ile Strugatskiler, okuduğum en ilginç bilim kurgu yazarları olmayı sürdürüyor. Kitap her şeyiyle tam da kendilerinden beklediğim gibi, sıradışı lakin anlaşılması biraz güç bir eser. Olay örgüsünün basit göründüğüne aldanılmamalı. Sakin bir zamanda, sağlam bir kafayla okunmasını tavsiye ederim.



"Ziyaret, sadece bu on üç yılın değil, insanlığın bütün tarihinin en önemli keşfidir. Bu ziyaretçilerin kim oldukları o kadar önemli değil. Nereden geldikleri, neden geldikleri, ne amaçla böyle kısa süre kaldıkları ve daha sonra nereye gittikleri de önemli değil. Önemli olan, insanlığın bugün kesin olarak bildiği şey: kâinatta yalnız olmadığı..."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , ,

Dizi Notları | 9


Yıllar sonra gelen yeni bir Dizi Notları yazısından herkese merhaba! Sekizinci Dizi Notları'nı yazalı neredeyse 4 yıl olmuş 😱 O zamandan beri çok fazla dizi izlediğim de söylenemez, aslında. İzlediklerimin çoğundan başka yazılarda bahsetmiştim. Gerek bahsetmediklerimi yazacak zaman bulamadığımdan gerekse boş zamanım olduğunda içimden yazmak gelmediğinden bu yazı dizisi öylece kaldı. Derken geçen senelerde, eskisi kadar olmasa da, dizi izlemeye başladım. Temmuzda ise yazı yazmaya değer yapımlar izlediğimi fark ettim ve geçtim klavyenin başına...

          

Bu yazı için son birkaç yılda izlediğim dizilerden aklıma ilk gelenleri seçtim, Dizi Notları'nın dokuzuncu yazısında bu dizilerden bahsetmek istedim 😊 Aklıma ilk gelen diziler ise The Office (US), Killing Eve ve Dark oldu.


The Office'i bilmeyen yoktur sanırım. Diziyi çeşitli internet memelerinden veya kullanılan giflerden tanıyıp merak eden ve bu yolla diziye başlayanların sayısı az değil. Aynı isimli İngiliz versiyonundan uyarlanan The Office, aslının ulaşamadığı başarılara imza atarak halen daha büyümekte olan geniş bir hayran kitlesi edindi.

Dunder Mifflin isimli bir kağıt satış firmasının Scranton'daki şubesinde çalışanların yaşadıklarının mizahi bir yaklaşımla anlatıldığı bir dizi, The Office. Şubenin başında tuhaf kişiliği, gevşek tavırları ve olmayan sosyal becerileriyle Michael Scott bulunuyor. Şubenin çalışanları arasında bölge müdür yardımcısı bölge müdürüne yardımcı ve satış temsilcisi Dwight Schrute; satış temsilcileri Jim Halpert, Stanley Hudson, Phyllis Lapin; muhasebeden Oscar Martinez, Angela Martin, Kevin Malone; resepsiyonist Pam Beesly; geçici eleman Ryan Howard; tedarikçi ilişkilerden Meredith Palmer; müşteri hizmetlerinden Kelly Kapoor; insan kaynaklarından Toby Flenderson; depodan Darryl Philbin, Roy Anderson; ve son olarak da Creed Bratton bulunuyor. Yapılan karakter eklemeleri-çıkarmalarıyla ve ünvan değişiklikleriyle firmanın Scranton şubesi aşağı yukarı bu şekilde, yani dizinin kadrosunun kalabalık olduğu söylenebilir.

Dizi 9 sezondan, sezonların her biri de -ilk sezon hariç- ortalama 20 küsur bölümden oluşuyor. Bölümler ise 20-30 dakika civarında. Yani hem arka arkaya devirmelik hem de aralarda birer ikişer izlemelik uzunlukta 😉

Benim için The Office bunca sezonuna rağmen final yaptıktan çok sonra keşfettiğim, bu nedenle de başlamaya yanaşmadığım dizilerden biriydi. İlk sezonlarıyla bağlantı kuramazsam, yapılan göndermeleri kaçırırsam diye endişelenmiştim. Mockumentary, yani sahte belgesel türündeki dizilere kendimi kaptırmam da biraz zaman alıyor. Çekim tarzına, karakterlerin kameraya bakmasına, dördüncü duvarın sıklıkla yıkılmasına alışmam gerekiyor. Çünkü Parks & Rec.'te yaşamıştım bir benzerini. Fakat diziye başladıktan sonra tüm bu endişelerimin yersiz olduğunu anladım.

The Office, nasıl olduysa daha ilk sezondan hatta ilk bölümden beni içine çekmeyi başardı. Hatta ilk sezondaki Michael Scott'a rağmen diziyi izlemeyi bırakamadım ben. Kendimi sürekli, bir sonraki bölümü açmış bir şekilde buldum. Michael Scott'a rağmen dedim, zira kendisi ilk sezonda o kadar itici bir karakter ki... Nefes alsa, ben onun yerine utandım; o derece yani. Neyse ki, sonraki sezonlarda görünüşünden kişiliğine esaslı bir değişime uğradı bu karakter; kabalıkları ve sivrilikleri biraz törpülendi, insani yönü öne çıkarıldı. Michael Scott'ın da empati yapabildiği; liderlik anlayışı, sorumluluk bilinci, ikna kabiliyeti gibi işinin gerektirdiği becerilere az çok sahip olduğu ilerleyen bölümlerde gösterildi. Yoksa böyle bir ana karakteri kim, kaç sezon daha çekebilirdi ki? Bu sayede Michael Scott'ı yüzeysel bir karakterden, dizi tarihinin en özgün ve komik karakterlerinden birine dönüştürdüler.

Michael hem daha öne çıktığından hem de onun değişimi diğerlerine kıyasla daha belirgin olduğundan bu yazıda sadece onun dönüşümüne yer verdim ben. Ama yalnız Michael Scott değil; yukarıda bahsi geçen isimlerin çoğu, ufak tiplemelerden kendine has özellikleri olan birer karaktere dönüştü ve hepsinin diziye kattıkları, izleyiciye sundukları birbirinden güzel, birbirinden değerli...

Dizinin karakter gelişimlerini izlemek ayrı, herkes son şekline kavuştuktan sonrasının tadını çıkarmak ayrı bir keyifti benim için. Sadece ilk sezonda dişlerimi sıkmam, biraz sabretmem gerekti. Fakat sonrası, beklentimi fazlasıyla karşıladı. Kurgusu iyi, karakterleri gelişen, güldürmek için gülme efektine ihtiyaç duymayan, uzun soluklu bir dizi arıyorsanız The Office'i tavsiye ederim; tabii henüz izlemediyseniz 😏


Killing Eve'i ikinci sezonunun çıkmasına yakın, dizi izleme isteğimin eksilerde olduğu sırada keşfetmiştim. Başrollerde MMFD'den tanıdığım Jodie Comer'ın ve Grey's Anatomy'nin Cristina'sının olduğunu görünce diziyi merak etmiştim. Killing Eve'i o kadar çok beğendim ki böyle bir dizinin, bu kadar az tanındığına halen daha inanamıyorum.

Anladığım kadarıyla Kiling Eve, kitaptan uyarlanan bir yapım. Dizinin konusu da şu şekilde: Eve Polastri mesleğinde umduğunu bulamayan, oldukça sıkılmış, zeki bir ajan. Atikliği ve dobralığı sayesinde, birbiriyle bağlantılı gibi görünen ölümleri içeren bir davaya dahil olur. Yerinde yorumları ve isabetli çıkarımlarıyla davanın ilerlemesini sağlayan Eve, davanın baş şüphelisi Villanelle'in dikkatini çeker. Dava sürecinde bu iki karakter birbirlerine takıntılı hale gelir ve davayı tabiri caizse bir kedi-fare oyununa dönüştürürler.

İlk bakışta dizinin senaryosu bilindik, sıradan bir polisiye hikâyesi olarak görünüyor; fakat kurgunun ayrıntıları, Killing Eve'i aynı türdeki diğer dizilerden farklılaştırıyor. Mesela Villanelle ile Eve'in ilişkisinin içeriği çok ilginç, dinamikleri ise çok başka. Dizinin psikolojik açıdan öne çıkan, en enteresan karakteri Villanelle gibi gözüküyor ama bence Eve, kendisinin bile keşfetmediği yönlere sahip kişiliğiyle daha fazla merak uyandıran bir karakter. Villanelle'in ise antisosyal kişilikten ibaret, tipik bir katil olmaması hoşuma gitti; bağlanma sorunları ve muzip espri anlayışı ile çok daha derin bir karakter yaratıldığını düşünüyorum.

Kurgulanan karakterler kadar oyuncuların performansı da dizinin bu kadar başarılı olmasında etkili. Dediğim gibi, Jodie ComerMMFD'den biliyorum. MMFD'de kaç sezon geçti ama ben Chloe'ye bir türlü ısınamadım. Bunun oyuncudan kaynaklandığını düşünmüştüm hep, meğer karakterden dolayıymış; Jodie Comer sadece rolünü ustalıkla canlandırıyormuş. Killing Eve ile fark ettim ki ben Jodie'yi değil, Chloe'yi sevmiyormuşum. Zira Killing Eve'de kendisine hayran kaldım; yalnızca jest ve mimikleriyle bile rol yapabildiği oyunculuk becerisini mi övsem, yoksa bukalemun gibi aksan değiştirme yeteneğinden mi bahsetsem... Sandra Oh ile de arasında inanılmaz bir kimya var ve bunun, dizinin başarısının ana nedenlerinden biri olduğunu düşünüyorum.

Dizinin mizahi yönünü çok sevdim ki bence, diziyi satan da bu mizahın polisiye ögeleriyle zekice harmanlanışı. Özellikle Villanelle'in mizah anlayışına bayıldım; çarpık olduğu kadar komik de. Kara mizah sevenler için Killing Eve, güzel bir seçim.

Karakterleri ve senaryosu iyi yazılmış, oyunculuğu iyi, komedi ve gerilimin dengede olduğu, plot-twistlerle dolu, sürükleyici bir yapım arayanlara Killing Eve'i şiddetle tavsiye ederim 👍


Dark'ı, Stranger Things'e benzeyen dizi olarak duymuştum. O yüzden de diziyi izleme taraftarı değildim. Geçenlerde, dizinin final sezonu geldiği sıralarda, izleyecek dizi arayışına girdim. Renkli Kitap'tan Güngör'ün tavsiyesiyle Dark'a başladım ve bir hafta içinde bitirdim. Bir kez daha anladım ki bu gibi konularda milletin ne dediğine bakmadan, etmeden insanın bildiğini okuması gerekiyor. Bu iki diziyi birbirine kim, nasıl benzetmiş; hayret ettim doğrusu...

Dark, Alman yapımı bir dizi. Olaylar Almanya'nın hayali kasabası Winden'da geçiyor. Açılış, kasabalı çocukların kaybolmasıyla yapılıyor ve dizide bu kayıplarla ilişkili, çeşitli sıradışı durumlar işleniyor. Kasabanın belli ailelerinin etrafında dönen olayların anlatıldığı, geçmiş ve geleceğin iç içe geçtiği, gizem olarak başlayıp bilim kurguyu da içine alan, oldukça ilginç bir dizi.

Olay örgüsüne, karakterlere, vs. daha fazla girmek istemiyorum; spoiler vermeden ancak bu kadarından bahsedebilirim. Çünkü dizinin en güzel yanı, spoiler yememiş bir şekilde kurguyu çözmeye çalışmak; olaylar arasındaki bağlantıları kurmak, karakterleri birbiriyle ilişkilendirmek... Normalde ben gelemem böyle şeylere, sabredemem; dizinin ilk bölümünü bitirir bitirmez wiki sayfasını açıp tüm kurguyu öğrenirim. Ama Dark'ı izlerken kendimi biraz tuttum, diziyi kardeşimle izlememin de yardımı oldu tabii.

Dark'ın en beğendiğim kısmı, cast seçimi. Oyuncular, nokta atışıyla seçilmiş. Ebeveynler çocuklarıyla o kadar benziyor ki, kendi çocukları oynasa bu kadar olmazdı. Karakterlerin geçmiş ve geleceklerini başka başka oyuncular canlandırıyor. Aynı şekilde bu oyuncular da öyle bir seçilmiş ki, oyuncuların kendisini ifade etmesine gerek bile kalmadan kimin kim olduğu anlaşılıyor. Kurgu, bölümler ilerledikçe karmaşıklaşmaya başlıyor. O nedenle oyuncu seçiminin başarıyla yapılması, diziyi anlamayı ve olay örgüsünün takibini yapmayı kolaylaştırıyor.

Kurguda sembolizm çok baskın. Buradan haraketle, karakter isimlerinden olayların oluşturduğu örüntülere kadar dizinin birçok unsurunun neyi simgelediği anlaşılabilir. Hatta olayların gidişatını çıkarmak da bir dereceye kadar mümkün. Fakat bunun için hem belli bir bilgi birikimine sahip olmak hem de diziyi pür dikkat izlemek gerekiyor. Neler olacağını kestirmek, dizinin ortalarına gelindiğinde zorlaşmaya başlıyor. Son sezonda ise bir adım sonrasını tahmin etmeyi geçtim, olayları kavramak zaten başlı başına güç.

Spoiler yememek için araştırma da yapamadığımdan, son sezonu kafam allak bullak bir biçimde izledim ben ve hayal kırıklığına uğradım. Sanki izleyici olay örgüsünü sorgulayamasın, kurulan neden-sonuç ilişkilerindeki açıkları yakalayamasın diye bu kurgu böyle dallanıp budaklandırıldı gibi geldi bana. Diziyi izlerken, her şeyin en sonda belli bir mantık çerçevesinde anlam kazanacağını düşünmüştüm. Lakin Dark, beklentimin altında kalan açıklamalarla ve bölümlerle kapanış yaptı. Özellikle o son bölümlerin temposunu çok hızlı buldum. Bu böyle yaptı, şu şöyle oldu şeklinde pat pat pat diye geçiştirildi çoğu şey ve birçok probleme, karakterlerin o anda ortaya attıkları gerekçelerle çözüm getirildi. Nedenine, nasılına yer vermedikleri için de bu kısımlar mantıksız ve saçma gözüktü. Bunca sezon boyunca öyle olmayacak denilen şey, bir bölüm içinde oluyorsa ve buna akla uygun bir açıklama getirilmiyor veya gösterilmiyorsa... Eh, ben ne anladım o zaman bundan! Kurgunun gerçekten de şaşırtıcı ve mantıklı kısımları var; olay örgüsü içinden çıkılamaz bir hale geldiği için akla gelen ilk fikir uygulanmış gibi görünen kısımları da var. Diyeceğim o ki, kurgunun temelindeki düşünce yaratıcı ve ilgi çekici; bunun işlenişi ise daha iyi olabilirdi bence. Dark'ı bir kez daha izlemeyi planlıyorum. Belki de sorun bendedir, diye düşünmek istiyorum. Çünkü dizi cidden, bu sene izlediğim en iyi yapımlardan biri. Umarım, sorun bendedir 🤞

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, ,

Yorum Cadısı 8 yaşında!


Dizi izlemeye kaptırmışım kendimi, blogun yeni yaşını kutlamayı unutmuşum 😬 Zaten geçen sene de kutlama yazısını yazmayı unutmuştum, taa ne zaman hatırlayınca kalmıştı öyle... Ama bu sefer, Yorum Cadısı'nın 8. yılının ilk gününde yazıyorum, kutluyorum!

Dün, Yorum Cadısı'nı açalı 8 yıl olmuş. 8 yıl! İnişli çıkışlı 8 koca yılı devirmişiz, vay be! Blog açmak istediğim, adını ne koysam diye düşündüğüm zamanları hatırlıyorum da... İyi ki üşengeçliğimi bir kenara koymuşum ve blog açmışım. Yorum Cadısı sayesinde birçok güzel insan tanıdım, yeni arkadaşlar edindim, kuvvetli dostluklar kurdum, kendimi ve umuyorum ki başkalarını da geliştirdim.

Desteğiniz, tavsiyeleriniz ve yorumlarınız için teşekkürler 😇 Birlikte büyüdüğümüz, geliştiğimiz, öğrendiğimiz daha nice güzel senelerimiz olur umarım 🤗


post signature
Paylaş:
Devamını Oku