, , , ,

Aylık Rapor | Şubat 2020


Şubat ayının raporuyla herkese merhaba! Bloga geri döndüğümü yavaş yavaş hissediyorum; kitap okuma, inceleme yazma, bunlarla ilgili notlar alma gibi eylemler haftalık planlarım arasına girdi artık 😊

Şubat ayını umduğum gibi geçiremedim pek... Malum, bahar dönemi başladı; ders seçimi, sunumlar, eğitimler derken incelemeler biraz aksadı. Şimdi yavaştan tezime de başlayacağımdan, daha dolu bir program beni bekliyor. Ben yine de bulduğum her boşlukta ufak notlar almaya, yazıları yazmaya devam edeceğim 😉

Bu ay bir adet kitap bitirdiğimi gururla söyleyebilirim sanırım 😄 Find Me, 2020'nin biten ilk kitabı oldu. Kitabı bayağıdır okuyordum, okuma sürecim ise biraz karışıktı... Orasını burasını okuduktan sonra kitaba en başından başlamıştım. Zira ilk önce merak ettiğim o kısımları okumazsam, kitabın tamamına odaklanamayacağımı çok iyi biliyordum. Samuel'in bölümleri beni biraz süründürse de kitabı keyifle okudum; fakat kitap bir CMBYN değil, onu şimdiden belirteyim. İncelemesi birkaç aya gelir diye tahmin ediyorum; önce, geçen senenin kitaplarının incelemelerini yazmam gerekiyor çünkü...

İnceleme demişken, şubatı bu kitapların yorumlarını yazarak geçirdim. Hepsini de çok beğendim. Saga ile çizgi roman incelemesi yazmaya da dönmüş oldum, bu arada. Kitaplığımda okunacak yığınla çizgi roman var. Yıllık okuma hedefime de ancak bu şekilde, bolca çizgi roman okuyarak ulaşabileceğimi hesaba katarsak, buralarda çizgi roman incelemelerini daha çok göreceksiniz gibi 😬

Ajanda tutma işi de daha iyi gidiyor, biraz düzene oturtabildim sanki. Arada unutup tüm haftanın notlarını birden aldığım oluyor, ama n'apayım... Halen her şeyi zihnimde tutmak daha kolay, daha etkili geliyor bana. Yıllardır düzenli bir şekilde ajanda kullananlara soruyorum: Nedir bunun formülü? Şu alışkanlığı kazanmak için daha ne yapmam gerekiyor? 🤨

Şubat da geçen ay gibi dizisiz ve filmsiz geçti benim için. Geçenlerde arkadaş ortamında dizi muhabbeti yapınca fark ettim ki ben, bu konularda çok geride kalmışım. Hangi diziler hangi sezonda, vizyondaki filmlerin durumu nasıl; hiç bilmiyorum... Birkaç film izleyerek, merak ettiğim dizilere bakarak hafiften bunlardan da bahsetmek istiyorum; böylece tam anlamıyla bloga geri dönmüş olacağım!

Şubatta yazdığım tüm yazılara buradan ulaşabilirsiniz.

Siz şubat ayını nasıl geçirdiniz, neler yaptınız?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , ,

Yorum: Saga, Cilt 1 - Brian K. Vaughan & Fiona Staples

Tür: Bilim Kurgu, Çizgi Roman, Fantastik, Grafik Roman
Goodreads Puanı: 4,20 (224.004 oy)
Orijinal Adı: Saga, Vol. 1
Seri: Saga
Yayınevi: Marmara Çizgi
Çeviri: Burç Üner
Basım Yılı: 2016 (2. baskı)
Sayfa Sayısı: 168

Ödüllü yazar Brian K. Vaughan (Y: Son Erkek, televizyon dizisi Lost) ve ciddi derecede beğenilen çizer Fiona Staples (Mystery Society, North 40) tarafından yaratılan Saga, kainattaki yerlerini bulmaya çalışan genç bir ailenin sürükleyici öyküsünü anlatıyor. Hiç bitmeyen bir galaktik savaşın karşıt taraflarında duran iki asker âşık olup tehlikeli ve eski bir dünyaya kırılgan, yeni bir hayat getirmek için her şeylerini riske atıyorlar. Fantezi ve bilimkurgu, bu seksi, devrimci destanın ilk cildinde daha önce hiç olmadığı şekilde bir araya geliyor.

"En iyi işlerini çıkaran bir yazar ve çizer, Hollywood'un çekmeyi dileyeceği duygusal bir destan yaratıyorlar."
-The A.V. Club

"Muhteşem bir kitap ve Image Comics'teki yeniden dirilişin bir başka göstergesi. Brian K. Vaughan'ın çizgi romana dönüşünü iyi karşılamak ve Fıoana Staples"in sanatını keşfetmek harika bir şey."
-Warren Ellis

"Çizgi romanı seviyorsanız bu kitabı kaçırmamalısınız."
-IGN

Saga'yı nasıl keşfettiğimi anımsamıyorum. Ama bir şekilde merak edip internetten ilk sayfalarını şöyle bir karıştırdığımı ve seriye çok fena tutulduğumu anımsıyorum. Hatta çizgi romanları rekor sürede sipariş ettiğimi ve kitaplar gelene kadar serinin tamamını internetten okumamak için kendimi zor tuttuğumu hatırlıyorum. Kitapları edinişim çok yoğun olduğum bir zamana denk geldiğinden, Saga'ya başlamayı bir süre ertelemek zorunda kalmıştım. Neyse ki bu bekleyiş, umduğumdan daha kısa sürdü ve seriyi bitirmemek için sarf ettiğim onca çabaya rağmen çizgi romanları resmen silip süpürdüm.

Bir seriye ait çizgi romanların yorumlarını tek tek yapmak yerine, serinin birkaç cildini okuduktan sonra seri şeklinde yapmayı tercih ediyorum. Saga'nın incelemesi de bu şekilde olacak; serinin ilk beş cildini okudum, yazıda bu beş ciltten bahsedeceğim yani... Yazdığım incelemede spoilera yer vermesem de fotoğrafların spoiler içerebileceğini belirttikten sonra, incelemeye başlıyorum 😉

Saga fantastik unsurlarla dolu, uzay operası türünde bir çizgi roman serisi. Kurgulanan evren, karakterler bu nedenle oldukça sıradışı ve yaratıcı. Kurgudaki bazı ögeler itibariyle bu seri biraz Romeo ve Juliet'i andırıyor gibi fakat Saga, dramatik bir aşk hikayesinden çok daha fazlası; içinde bulundukları savaşa rağmen bir arada kalmaya, yaşamaya çalışan bir çiftin aile olma çabasının işlendiği, metaforlar açısından zengin, sürükleyici ve gerçekçi bir anlatı.

Serinin kurgusu tek kelimeyle mu-az-zam... Yaratılan evren devasa ve fazlasıyla özgün. Bu evrenin varlıkları, gerek dış görünüşlerine göre gerekse kişiliklerine göre çeşitlilik gösteren ve detaylıca kurgulanan karakterlerden oluşuyor. Karakterlerin ait olduğu ırkların kendine özgü özellikleri, dilleri ve geçmişleri var. Hatta kimilerinin sahip olduğu nitelikler epey tuhaf; serinin en son beşinci cildini bitirdim, bazı karakterlerin bazı özelliklerini halen çözemedim. Yani, kurgusu gibi karakterleri de birçok katmandan oluşan, kompleks bir yapıda. Karakterlerdeki ve olay örgüsündeki garipliklerden, karışıklıklardan dolayı Saga, ilginç bir çizgi roman. Serinin orijinalliği, hem bu eşsiz karakterlerinden hem de değişik anlatımından kaynaklanıyor.


Olaylar, ilk sayfalarda doğumu gerçekleşen Hazel'ın ağzından, tüm çıplaklığıyla anlatılıyor. Kendisinin düşünceleri her panelde olmasa da bazısında, birer cümle şeklinde ifade ediliyor ve bu cümleler, Hazel'ın duygu ve düşüncelerini yansıtmakla birlikte karakterlerin başına neler geleceği ile ilgili ipuçlarını da barındırıyor; çünkü tüm bunlar, Hazel'a göre çoktan yaşanmış şeyler... Bu açıdan da Saga, alışılmadık bir çizgi roman. Bir yandan çizimlerle anlatılan hikayeyi takip ederken, diğer yandan Hazel'ın dile getirdikleri ile neler olabileceğini tahmin etmeye çalıştım ve pek başarılı olamadım 😁 Anlatımın bu şekilde, geçmişten şimdiye doğru ve yer yer zamansal veya olaysal atlamalarla gerçekleşmesini de beklemiyordum. Zaten kurgulanan evren ve karakterler birçok açıdan yabancı geliyor; neler yapacaklarını, neler olacağını kestirmek bu yüzden güç. Hazel'ın anlatımı da hikayenin gizemini çözmeye pek yardımcı olmayınca, ciltleri bir bir devirmemek işten değil...

Çizim ve renklendirmeyi de kurgu ve anlatım kadar çok beğendim ben; çizimler çarpıcı, renklendirme ise bayağı canlı. Kurgudaki cüretkarlık resimlerde de varlığını sürdürüyor; savaş, cinsellik, ölüm, şiddet gibi konular panellerde açıkça işleniyor. Dolayısıyla, Saga'nın yetişkinlere hitap eden bir çizgi roman serisi olduğu söylenebilir.


Saga, her ne kadar yetişkinlere yönelik olsa da sansürden nasibini almamış değil. Seride, küfür veya küfürlü ifadelerin yıldız işaretiyle sansürlendiği göze çarpıyor. Bu sansürleme tarzının tam tersine, dikkatleri daha çok o noktaya çektiğini düşünüyorum şahsen; özellikle de bu yazı tipindeki gibi, bazı noktalama işaretleri daha koyu ise gözler doğrudan sansürlenen kısma kayıyor ki bu tarzdaki sansürleme çalışmalarının ne derecede başarılı olduğu da tartışılır. Kan ve şiddet içeren onca çizime izin verilip bazı yazılı ifade şekillerinin sakıncalı görülmesi ve yasaklanması insanlara nasıl mantıklı geliyor, anlamıyorum... Belli basım kurallarına uymak için yayınevinin bu kelimeleri muğlaklaştırmak zorunda kaldığını düşünüyorum. Çünkü şu seride başarıyla gerçekleştirilmiş sansürlemeler de mevcut. Öyle ki, seriyi okurken dikkatimi çekmeyen ama şu incelemeyi yazmak için orijinallerine baktığımda fark ettiğim, üzerinde oynanmış birkaç çizim var. Seride sakıncalı görülen birtakım resimler bulanıklaştırma, yakınlaştırma, üstünü kapatma gibi çeşitli yöntemlerle sansürlenmiş. Fakat bu, ustaca icra edilmiş; çizimi bozmayacak, olay akışını sekteye uğraşmayacak şekilde gerçekleştirilmiş. Yani çizimlerdeki sansürler, sahnelerin genel izleyici kitlesine hitabını bir tık daha artırmak amacıyla, stratejik bir biçimde yapılmış.

Yazı tipi seçimini de aynı şekilde başarılı buldum. Marmara Çizgi'nin kullandığı fontlar, orijinale oldukça benziyor ve bu, sadece ana yazı tipi için değil, tüm karakterlerin yazı tipleri için geçerli. Orijinali ile arasındaki farklılıkları görebilmek için yazılara çok dikkatli bakmak lazım. Konuşma balonları dışındaki yazılar ise ayrı bir konu... Çizimlerde bulunan tabela, levha gibi nesnelerdeki yazılar çevrilmiş lakin fontlarına o kadar önem verilmemiş; orijinale yakınlığı geçtim, bunların çoğu panellerdeki atmosfere uygun tarzda bile değil. Bu yüzden bazıları biraz garip kaçıyor; yazı tipleri en azından uygun bir stilde olsaydı keşke.

Yazıların balon içi yerleştirmelerinin de daha iyi olabileceğini düşünüyorum. Cümlelerin bazıları konuşma balonlarının sınırlarını zorluyor, bazıları da balonların içinde kaybolmuş durumda... Çeviriden dolayı böyle şeyler yaşanabiliyor, neyse ki serinin çevirisi fena değil. Birebir çevrilen bazı ifadeler biraz komik duruyor, özellikle de hayret nidaları ve küfürler, ama hiç değilse karakterlerin ne demek istediği çıkarılabiliyor bu şekilde. Orijinaldeki vurguların korunduğunu görmek de güzel 😏

Birçok alt metinden oluşan, derin kurgusu ve bu kurguyu kusursuzca ifade edebilen dikkat çekici çizimleriyle Saga çizgi roman algılarını yıkacak nitelikte, inanılmaz bir şey; okuduğum en iyi eserlerden biri bile diyebilirim. Klasik süper kahraman hikayelerinden sıkılanlara, çizgi romana başlayacak olanlara, bağımsız çizgi roman arayanlara, hatta tüm yetişkinlere Saga'yı gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.




post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Gurur ve Önyargı - Jane Austen

Tür: Aşk, Klasik, Tarihi Kurgu
Goodreads Puanı: 4,26 (2.753.744 oy)
Orijinal Adı: Pride and Prejudice
Seri: -
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviri: Hamdi Koç
Basım Yılı: 2016 (21. baskı)
Sayfa Sayısı: 424

Jane Austen(1775-1817): İngiliz edebiyatının kült romancılarındandır. Eserlerinde güçlü kadın karakterleri başkahramanlar olarak yer aldı. Bütün romanları sinemaya uyarlanan Jane Austen, özellikle aile değerleri ve akrabalık ilişkileriyle kadın duyarlığı ve aşkı ele alır. Yazarın 1813’te yayımlanan ikinci romanı Gurur ve Önyargı tüm zamanların en sevilen romanları arasında yer alır.

Hamdi Koç (1963): İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Hokka dergisinin yayın kurulunda bulundu. 1992'de Çocuk Ölümü Şarkıları'ndan başlayarak hemen her yapıtıyla dikkat çeken Hamdi Koç'un o tarihten bu yana beş romanı yayımlandı. Eserlerini çevirdiği yazarlar arasında Shakespeare, Faulkner, Beckett ve Joyce yer alıyor.

Gurur ve Önyargı, uzun zamandır okuma listemde olan kitaplardan biriydi. Daha önceden filmini ve dizisini izlemiştim; kitabı da çok merak ediyordum. 2018'in sonbaharında kitabı okuyup bitirdim.

İncelemeye geçmeden önce spoiler uyarısı yapayım. Değindiğim konuların havada kalmasını istemediğimden ve açıklamaları üstü kapalı bir biçimde yapmak zor olacağından, olay örgüsündeki bazı sahnelerden bahsetmek durumunda kaldım. Gerçi Gurur ve Önyargı birçok alanda uyarlandığı, bir şekilde referans aldığı için kitabın içeriğini bilmeyen kalmamıştır diye tahmin ediyorum. Fakat yine de bir uyarı koymak istedim, ne olur ne olmaz 😉

Gurur ve Önyargı bir aşk romanı olarak tanımlanıyor; hatta Gurur ve Önyargı'nın, aşk romanı denildiğinde akla gelen ilk kitaplardan biri olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde, Mr. Darcy de birçok kişinin hayalindeki ideal sevgili imgesini ele geçirmiş durumda; çoğu kişi Mr. Darcy'sini bulmayı arzuluyor. Ama ben bunlara pek katılmıyorum ve kitabın romantizm konusunda çok farklı algılandığını düşünüyorum.

Öncelikle şunu belirteyim; Gurur ve Önyargı'nın bir aşk romanından ziyade dönemin değerlerini, âdâb-ı muaşeret kurallarını yansıtan ve bunları bir parça nükte ile yeren bir kitap olduğunu düşünüyorum. Kitap, Elizabeth Bennet'in ve diğer Bennet kardeşlerin ve hatta bazı yan karakterlerin "aşkı" bulma ve evlenme sürecini işliyor. Fakat Jane Austen bunu yaparken sadece flört etme dönemindeki kurallardan bahsetmiyor -her ne kadar kendi çevresinin dinamiklerinden yararlandığından yazdıkları toplumun sadece belli bir kısmını yansıttığı için eleştirilse de- yazdığı kitap çocuk yetiştirmekten ev çekip çevirmeye, sosyete içinde nasıl davranılması gerektiğinden toplumun farklı seviye ve cinsiyetteki insanlarından beklentilerine kadar birçok farklı alandan bilgilerle o zamanın günük yaşamıyla ilgili ipuçlarıyla dolu... Austen bir yandan da dönemin ideal eş, ideal evlilik, ideal kadın algısına giydirmeyi ihmal etmiyor. Tabii, bunları 21. yüzyılda yaşamış biri olarak söylüyorum. Bu bilgilerin kitapta yer alması, 19. yüzyıl insanlarına o kadar da etkileyici gelmemiştir. Nitekim Jane Austen, kitabındaki görgü ve nezaket kurallarının o dönemin diğer kitaplarına nazaran az kaçacağını düşünüp endişelenmiş diye biliyorum. O zamanın okurları ise karakterlerin, dönemin belirttiği şekilde bir evlilik yapmamasına şaşırmışlardır ki, kitabın bu kadar çok ses getirmesini buna bağlıyorum ben. Elizabeth'in kendisine yapılan makul evlilik tekliflerini toplum tarafından kabul görülecek bir mazeret sunmadan geri çevirmesi ve daha sonrasında "aşk" için üst sınıftan biriyle evlenmesi, o dönem için bomba etkisi yaratmıştır herhalde 😄

Bu kitabı bir aşk romanı olarak görmememin asıl sebebi şu: Elizabeth'in, kendisi "aşk" için evlendiğini söylese de, aslında tatmin edici bir evlilik için Mr. Darcy ile evlendiğini düşünüyorum. Yani, Mr. Darcy'yi sevdiği için evlenmiyor; Mr. Darcy ile hayatını geçirebileceğini düşündüğü için evleniyor. Şu iki düşünce arasında çok ufak, ince bir ayrım var ama bütün meseleyi değiştiren de işte bu ayrım... Bunun farkına varmak zor; tüm kitabı büyük bir dikkatle okumak, satır aralarını irdelemek gerekiyor. Bu ayrımın en belirgin biçimde ifade edilişi, 315. sayfada var sanırım: Elizabeth, Mr. Darcy'nin kendisine en uygun erkek olduğu ve bu evliliğin ikisini de mutlu edecek bir beraberlik olacağı kanısına varıyor. Bunu daha da açmak gerekirse; Mr. Darcy ile evlenirse kitap okumaya devam edebileceğini, çeşitli ev işleriyle uğraşmak zorunda kalmayacağını, hafif hazırcevap tavrının törpülenmeyeceğini, liberal düşünceleri nedeniyle yargılanmayacağını ve birbirlerini geliştirip daha iyi edebileceklerini anlıyor. Yani ben, Elizabeth'in bir nevi mantık evliliği yaptığını düşünüyorum. Mr. Darcy'nin kara kaşına, kara gözüne, koruyup kollayıcı tavır ve davranışlarına aşık olup evlenmiyor ama eminim ki bunlar da evlilik düşüncesini etkilemiştir 😏 Ayrıca Austen'in düşünülenin aksine, aşk evliliğini Gurur ve Önyargı'da eleştirdiğini de düşünüyorum. Bu kitap, aşk için evlenmeyi yüceltseydi; Lydia'nın veya Bennetların evliliklerinin en iyi evlilikler olması gerekirdi. Bence Austen, ne sırf maddiyat için ne de sırf aşk için evlenilmemesi gerektiğinin mesajını veriyor alttan.

Gurur ve Önyargı bu konuda beni çok şaşırttı. Çünkü kitaba, bir aşk hikayesi okuyacağımın bilincinde olarak başlamıştım ki, kitabı bunca sene okumayıp ertelemem de bu yüzdendi. Çünkü ben, aşk hikayelerini okumayı sevmiyorum; karakterlerin birbirlerini anlamadan dinlemeden eyleme geçmeleri ve bunların sonuçlarıyla boğuşmaları beni deli ediyor. Gurur ve Önyargı'da da var birkaç yanlış anlaşılma, düşünmeden edilen sözler filan; ama bunlar daha çok karakterlerin gelişimi için kullanılıyor.

Jane Austen'in Gurur ve Önyargı'daki ana karakterleri oldukça kompleks, hatalarından ders çıkarıp gelişime ve değişime uğrayabiliyorlar. Bu sayede okuyucu da bu karakterler hakkındaki düşüncesini gözden geçirip olaylara farklı açılardan bakabiliyor. Diğer karakterlerin kişilikleri de yaptıkları seçimlerle ve ifade ettikleri düşüncelerle olay örgüsü boyunca ortaya çıkıyor. Ama bu diğer karakterler, Elizabeth ve Mr. Darcy'nin kişiliklerini vurgulamak için, ana karakterlere kıyasla daha sönük bir biçimde yer yer tipleme olarak ele alınıyor. Aynı şekilde, Austen'in betimlemeleri de müthiş; ister bir sahneyi ister bir karakteri tarif ediyor olsun, etkileyici kelime seçimleriyle zihnindekileri sayfaya sözcüklerle resmediyor adeta. Kendisinin özellikle karakter tahlilleri ayrıntılı ve fazlasıyla otantik. Diğer karakterlerin analizleri genelde Elizabeth vasıtasıyla yapılıyor. Bu yüzden Elizabeth, kavrayışı kuvvetli ve zeki biri olarak kurgulanmış. Elizabeth'in böyle yerinde ve doğru çıkarımlar yapmasını, Austen'in kendisinin iyi bir gözlemci olmasına bağlıyorum ben. Ayrıca Austen'in bu tasvirleri ifade ediş biçimi de yaratıcı; asıl söylemek istediğini dönemin görgü kurallarını da dikkate alarak, imalı bir şekilde ifade ediyor. Mesela Lydia'nın manipülatif, cilveli ve yaşından daha büyük gösteren bir ergen olduğunu "15 yaşında, iyi gelişmiş, sağlam bir yapıya ve doğal bir kendini kabul ettirme yeteneğine" sahip olmasından anlamak zor; bunun için Austen'in çizdiği tablonun arkasına bakmak, yazdıklarının altındaki anlamı çıkarmak gerekiyor.

Gurur ve Önyargı gibi klasikleşmiş eserleri hangi yayınevinden, kimin çevirisiyle okuduğuma dikkat ederim. Bu tür kitaplarda belli yayınevlerini tercih ediyorum. Nitekim, beni bu konuda hayal kırıklığına uğratmayacağını bildiğimden Türkiye İş Bankası ve Kültür Yayınları'nın basımını edindim. Ülkede kaç yayınevi varsa, bu kitabın da o kadar farklı edisyonu ve çevirisi vardır eminim... Tavsiyem, üç beş lira daha ucuz diye veya kapak tasarımı göze daha hoş geliyor diye gidip de saçma sapan basımları almayın. Biraz araştırın, kitapları karıştırın; öyle karar verin. Çünkü özellikle de yapılan yanlış, karma karışık çeviriler bu klasikleri anlamayı, okurken keyif almayı epey zorlaştırıyor.

Jane Austen'in nükteli üslubu, güçlü betimlemeleri, isabetli karakter tahlilleriyle Gurur ve Önyargı okuduğum en iyi eserlerden biri. Bu kitap bir aşk romanından çok, dönemin özellikle de kadınlara ve evliliğe yönelik düşüncelerinin ince bir alayla işlendiği, yenilikçi bir yapıt. Herkese tavsiye ediyorum!



"Şiiri hep aşkın gıdası olarak düşünürdüm," dedi Darcy. "Sağlıklı, güçlü, iyi bir aşk için doğru olabilir. Zaten güçlü olan bir şeye her şey iyi gelir. Ama eğer zayıf, cılız bir eğilimse tatlı bir sone açlıktan öldürür onu."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , ,

Yorum: Kâhya ve Klara - Patrick deWitt

Tür: Gizem, Macera, Mizah
Goodreads Puanı: 3,72 (12.500 oy)
Orijinal Adı: Undermajordomo Minor
Seri: -
Yayınevi: Domingo Yayınevi
Çeviri: Kıvanç Güney
Basım Yılı: 2017
Sayfa Sayısı: 386

Time dergisi "Yılın En İyi 10 Romanı" Seçkisinde

Kartpostallara layık doğası ve insan azmanı sert adamlarıyla meşhur Bury köyünün cılız, müzmin yalancı ve yalnız sakini Lucien Minor. Baştan başlaması gerek, Çok uzaklardan, hırsızından hırlısına envai çeşit insanın ve güzeller güzeli Klara'nın yaşadığı bir kasabaya tepeden bakan esrarengiz Von Aux Şatosu'ndan gelen kâhyalık teklifini kabul ediyor. Çok geçmeden şatonun -efendisi Baron Von Aux'un kayıplarda olması dahil- pek çok gizemi barındırdığını anlayacak ve kendini kibar hırsızlar, dengesiz aristokratlar ve soğukkanlı cinayetlerle dolu bir maceranın içinde bulacak.

Karşınızda Sisters Kardeşler'in yazarı Patrick deWitt'in yeni harikası Kâhya ve Klara. Nasihatsiz bir masal, kapkara bir komedi ve belalı bir aşk hikâyesi.

"Büyük Budapeşte Oteli ve Alice Harikalar Diyarında'yı düşünün, kabaca doğru yoldasınız. Yetişkinler için Kafkaesk bir peri masalı... tuhaf biçimde komik."
-Times

Kâhya ve Klara, Patrick deWitt'in okuduğum ikinci kitabı; daha önce yazarın Sisters Kardeşler'ini okuyup yorumlamıştım. Yorumu merak edenleri şuraya alayım; ama önceden uyarayım, çok fazla bir şey beklemeyin zira kendisi, yazdığım ilk incelemelerden biri. O inceleme kitap hakkında bilgi vermekten çok, nereden nereye geldiğimi ve kendimi ne kadar geliştirdiğimi gösteriyor bence 😬 O yüzden, Kâhya ve Klara'dan devam edelim 😉

Kitabın kurgusu, ilk bakışta sıradan gibi görünüyor; yeni bir işe başlamak için doğup büyüdüğü evden ayrılan bir karakterin yaşadıkları anlatılıyor. Fakat ne Lucien ve diğer karakterler olağan kişiler ne de bahsedilen köyler ve kasabalar bildiğimiz, tipik yerler...  Kitaptaki herkesin, her şeyin elle tutulur bir eksantirikliği var. Tüm bu gariplikler kitaba farklı, masalımsı bir hava katıyor. Kurgunun zamansal ve mekansal belirginliğinin yok denecek kadar az olması ise bu fantastik tonu pekiştiriyor. Kurgulanan dünyadaki sınıfsal farklılıklar, sanayi devrimi öncesi teknoloji, romanesk ve gotik mimari yapılar gibi çeşitli toplumsal ögeler de bu folklorik atmosferi besleyerek kurgunun Grimmvari yönünü öne çıkarıyor.

Kaçık ve acayip karakterlerle dolu, esrarengiz olayların döndüğü lakin gerçek dünya ile olan bağın da kopmadığı böyle kitapları okumayı çok seviyorum. Kâhya ve Klara'da ise tuhaflıkla gerçeklik arasındaki bu dengenin tam olarak kurulmadığını düşünüyorum. Kitaptaki bazı olaylar acıtacak kadar gerçekçi, bazı durumlar ise anlamlandıramayacağım kadar uçuk geldi. Aynı şekilde, Lucien'i de zaman zaman anlamakta zorlandığım oldu ki bence, karakterin kendisi de neyi neden yaptığının farkında değil; diğer karakterlerin çekiştirdiği yöne doğru gidiyor çoğu zaman ve bir amacı olmadan, oradan oraya sürükleniyor. Sadece ana karaktere değil, diğer karakterlere de pek ısınamadım ben. Bazıları Lucien gibi çözümlenmesi güç karakterler, bazıları ise karikatürize tiplerden ibaret... O yüzden, en azından karakter bakımından yazarın okuduğum diğer kitabı, Sisters Kardeşler'i daha çok beğeniyorum.

Patrick deWitt'in üslubu, karakterlerine göre şekilleniyor sanki. Daha doğrusu, karakterlerinin de etkide bulunduğu oldukça ilginç bir üsluba sahip kendisi. Yazar, Sisters Kardeşler'de tıpkı ana karakterler gibi bir parça nükteyle, basit ama sade bir üslupla okurun karşısına çıkmıştı. Kâhya ve Klara'da ise Lucien'den esintiler mevcut; kitabın üslubunda kara mizah baskın olsa da, çocuksu bir naifliğin izleri de var. Mizahın bu iki kitapta da bulunması, espritüelliğin Patrick deWitt için vazgeçilmez bir öge olduğunu ispatlar nitelikte. Yazarın mizahı, okuru yumuşatma ve hikâyenin içine çekme aracı olarak kullandığını söyleyebilirim ki kendisi de buna benzer bir açıklama yapmıştı diye hatırlıyorum. Sisters Kardeşler'de anlatımın Eli'nin monologları ile sağlandığını anımsıyorum, yanılıyor da olabilirim. Kâhya ve Klara'da ise anlatım daha çok diyaloglar üzerinden ilerliyor ve bunun, sürükleyiciliğe az da olsa ket vurduğunu düşünüyorum ben. Bu konuşmalar garip bir biçimde doğallıktan yoksun, keskin ve pek mantıklı değil; kurgudaki birçok öge gibi okura belli bir açıklama sunmuyor fakat kitaba hakim olan o tuhaflıkla çok da güzel örtüşüyor.

Çarpık fakat masalsı kurgusu, uçuk ama gerçeklikle bağı da olan karakterleri, mizahi yönü kuvvetli üslubuyla Kâhya ve Klara anlaşılırlığın sınırında bir kitap. Farklı bir şeyler okumak, okuma listesine renk katmak isteyenlere tavsiye ederim 😊



..."Hayattan ne istiyorsun Lucy?" diye sormuştu. "Ölmemeyi." "Onun ötesinde. Yaşayacak olursan ne olmasını umut ediyorsun?" Adamın sorusu Lucy'nin uyuşuk zihni için kıpır kıpır bir bilmeceydi. Yine de bir cevap belirmiş ve kontrol edemediği bir duygu gibi dudaklarından dökülüvermişti: "Bir şeyler olmasını," demişti.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku