, , , , , ,

Dizi Notları | 9


Yıllar sonra gelen yeni bir Dizi Notları yazısından herkese merhaba! Sekizinci Dizi Notları'nı yazalı neredeyse 4 yıl olmuş 😱 O zamandan beri çok fazla dizi izlediğim de söylenemez, aslında. İzlediklerimin çoğundan başka yazılarda bahsetmiştim. Gerek bahsetmediklerimi yazacak zaman bulamadığımdan gerekse boş zamanım olduğunda içimden yazmak gelmediğinden bu yazı dizisi öylece kaldı. Derken geçen senelerde, eskisi kadar olmasa da, dizi izlemeye başladım. Temmuzda ise yazı yazmaya değer yapımlar izlediğimi fark ettim ve geçtim klavyenin başına...

          

Bu yazı için son birkaç yılda izlediğim dizilerden aklıma ilk gelenleri seçtim, Dizi Notları'nın dokuzuncu yazısında bu dizilerden bahsetmek istedim 😊 Aklıma ilk gelen diziler ise The Office (US), Killing Eve ve Dark oldu.


The Office'i bilmeyen yoktur sanırım. Diziyi çeşitli internet memelerinden veya kullanılan giflerden tanıyıp merak eden ve bu yolla diziye başlayanların sayısı az değil. Aynı isimli İngiliz versiyonundan uyarlanan The Office, aslının ulaşamadığı başarılara imza atarak halen daha büyümekte olan geniş bir hayran kitlesi edindi.

Dunder Mifflin isimli bir kağıt satış firmasının Scranton'daki şubesinde çalışanların yaşadıklarının mizahi bir yaklaşımla anlatıldığı bir dizi, The Office. Şubenin başında tuhaf kişiliği, gevşek tavırları ve olmayan sosyal becerileriyle Michael Scott bulunuyor. Şubenin çalışanları arasında bölge müdür yardımcısı bölge müdürüne yardımcı ve satış temsilcisi Dwight Schrute; satış temsilcileri Jim Halpert, Stanley Hudson, Phyllis Lapin; muhasebeden Oscar Martinez, Angela Martin, Kevin Malone; resepsiyonist Pam Beesly; geçici eleman Ryan Howard; tedarikçi ilişkilerden Meredith Palmer; müşteri hizmetlerinden Kelly Kapoor; insan kaynaklarından Toby Flenderson; depodan Darryl Philbin, Roy Anderson; ve son olarak da Creed Bratton bulunuyor. Yapılan karakter eklemeleri-çıkarmalarıyla ve ünvan değişiklikleriyle firmanın Scranton şubesi aşağı yukarı bu şekilde, yani dizinin kadrosunun kalabalık olduğu söylenebilir.

Dizi 9 sezondan, sezonların her biri de -ilk sezon hariç- ortalama 20 küsur bölümden oluşuyor. Bölümler ise 20-30 dakika civarında. Yani hem arka arkaya devirmelik hem de aralarda birer ikişer izlemelik uzunlukta 😉

Benim için The Office bunca sezonuna rağmen final yaptıktan çok sonra keşfettiğim, bu nedenle de başlamaya yanaşmadığım dizilerden biriydi. İlk sezonlarıyla bağlantı kuramazsam, yapılan göndermeleri kaçırırsam diye endişelenmiştim. Mockumentary, yani sahte belgesel türündeki dizilere kendimi kaptırmam da biraz zaman alıyor. Çekim tarzına, karakterlerin kameraya bakmasına, dördüncü duvarın sıklıkla yıkılmasına alışmam gerekiyor. Çünkü Parks & Rec.'te yaşamıştım bir benzerini. Fakat diziye başladıktan sonra tüm bu endişelerimin yersiz olduğunu anladım.

The Office, nasıl olduysa daha ilk sezondan hatta ilk bölümden beni içine çekmeyi başardı. Hatta ilk sezondaki Michael Scott'a rağmen diziyi izlemeyi bırakamadım ben. Kendimi sürekli, bir sonraki bölümü açmış bir şekilde buldum. Michael Scott'a rağmen dedim, zira kendisi ilk sezonda o kadar itici bir karakter ki... Nefes alsa, ben onun yerine utandım; o derece yani. Neyse ki, sonraki sezonlarda görünüşünden kişiliğine esaslı bir değişime uğradı bu karakter; kabalıkları ve sivrilikleri biraz törpülendi, insani yönü öne çıkarıldı. Michael Scott'ın da empati yapabildiği; liderlik anlayışı, sorumluluk bilinci, ikna kabiliyeti gibi işinin gerektirdiği becerilere az çok sahip olduğu ilerleyen bölümlerde gösterildi. Yoksa böyle bir ana karakteri kim, kaç sezon daha çekebilirdi ki? Bu sayede Michael Scott'ı yüzeysel bir karakterden, dizi tarihinin en özgün ve komik karakterlerinden birine dönüştürdüler.

Michael hem daha öne çıktığından hem de onun değişimi diğerlerine kıyasla daha belirgin olduğundan bu yazıda sadece onun dönüşümüne yer verdim ben. Ama yalnız Michael Scott değil; yukarıda bahsi geçen isimlerin çoğu, ufak tiplemelerden kendine has özellikleri olan birer karaktere dönüştü ve hepsinin diziye kattıkları, izleyiciye sundukları birbirinden güzel, birbirinden değerli...

Dizinin karakter gelişimlerini izlemek ayrı, herkes son şekline kavuştuktan sonrasının tadını çıkarmak ayrı bir keyifti benim için. Sadece ilk sezonda dişlerimi sıkmam, biraz sabretmem gerekti. Fakat sonrası, beklentimi fazlasıyla karşıladı. Kurgusu iyi, karakterleri gelişen, güldürmek için gülme efektine ihtiyaç duymayan, uzun soluklu bir dizi arıyorsanız The Office'i tavsiye ederim; tabii henüz izlemediyseniz 😏


Killing Eve'i ikinci sezonunun çıkmasına yakın, dizi izleme isteğimin eksilerde olduğu sırada keşfetmiştim. Başrollerde MMFD'den tanıdığım Jodie Comer'ın ve Grey's Anatomy'nin Cristina'sının olduğunu görünce diziyi merak etmiştim. Killing Eve'i o kadar çok beğendim ki böyle bir dizinin, bu kadar az tanındığına halen daha inanamıyorum.

Anladığım kadarıyla Kiling Eve, kitaptan uyarlanan bir yapım. Dizinin konusu da şu şekilde: Eve Polastri mesleğinde umduğunu bulamayan, oldukça sıkılmış, zeki bir ajan. Atikliği ve dobralığı sayesinde, birbiriyle bağlantılı gibi görünen ölümleri içeren bir davaya dahil olur. Yerinde yorumları ve isabetli çıkarımlarıyla davanın ilerlemesini sağlayan Eve, davanın baş şüphelisi Villanelle'in dikkatini çeker. Dava sürecinde bu iki karakter birbirlerine takıntılı hale gelir ve davayı tabiri caizse bir kedi-fare oyununa dönüştürürler.

İlk bakışta dizinin senaryosu bilindik, sıradan bir polisiye hikâyesi olarak görünüyor; fakat kurgunun ayrıntıları, Killing Eve'i aynı türdeki diğer dizilerden farklılaştırıyor. Mesela Villanelle ile Eve'in ilişkisinin içeriği çok ilginç, dinamikleri ise çok başka. Dizinin psikolojik açıdan öne çıkan, en enteresan karakteri Villanelle gibi gözüküyor ama bence Eve, kendisinin bile keşfetmediği yönlere sahip kişiliğiyle daha fazla merak uyandıran bir karakter. Villanelle'in ise antisosyal kişilikten ibaret, tipik bir katil olmaması hoşuma gitti; bağlanma sorunları ve muzip espri anlayışı ile çok daha derin bir karakter yaratıldığını düşünüyorum.

Kurgulanan karakterler kadar oyuncuların performansı da dizinin bu kadar başarılı olmasında etkili. Dediğim gibi, Jodie ComerMMFD'den biliyorum. MMFD'de kaç sezon geçti ama ben Chloe'ye bir türlü ısınamadım. Bunun oyuncudan kaynaklandığını düşünmüştüm hep, meğer karakterden dolayıymış; Jodie Comer sadece rolünü ustalıkla canlandırıyormuş. Killing Eve ile fark ettim ki ben Jodie'yi değil, Chloe'yi sevmiyormuşum. Zira Killing Eve'de kendisine hayran kaldım; yalnızca jest ve mimikleriyle bile rol yapabildiği oyunculuk becerisini mi övsem, yoksa bukalemun gibi aksan değiştirme yeteneğinden mi bahsetsem... Sandra Oh ile de arasında inanılmaz bir kimya var ve bunun, dizinin başarısının ana nedenlerinden biri olduğunu düşünüyorum.

Dizinin mizahi yönünü çok sevdim ki bence, diziyi satan da bu mizahın polisiye ögeleriyle zekice harmanlanışı. Özellikle Villanelle'in mizah anlayışına bayıldım; çarpık olduğu kadar komik de. Kara mizah sevenler için Killing Eve, güzel bir seçim.

Karakterleri ve senaryosu iyi yazılmış, oyunculuğu iyi, komedi ve gerilimin dengede olduğu, plot-twistlerle dolu, sürükleyici bir yapım arayanlara Killing Eve'i şiddetle tavsiye ederim 👍


Dark'ı, Stranger Things'e benzeyen dizi olarak duymuştum. O yüzden de diziyi izleme taraftarı değildim. Geçenlerde, dizinin final sezonu geldiği sıralarda, izleyecek dizi arayışına girdim. Renkli Kitap'tan Güngör'ün tavsiyesiyle Dark'a başladım ve bir hafta içinde bitirdim. Bir kez daha anladım ki bu gibi konularda milletin ne dediğine bakmadan, etmeden insanın bildiğini okuması gerekiyor. Bu iki diziyi birbirine kim, nasıl benzetmiş; hayret ettim doğrusu...

Dark, Alman yapımı bir dizi. Olaylar Almanya'nın hayali kasabası Winden'da geçiyor. Açılış, kasabalı çocukların kaybolmasıyla yapılıyor ve dizide bu kayıplarla ilişkili, çeşitli sıradışı durumlar işleniyor. Kasabanın belli ailelerinin etrafında dönen olayların anlatıldığı, geçmiş ve geleceğin iç içe geçtiği, gizem olarak başlayıp bilim kurguyu da içine alan, oldukça ilginç bir dizi.

Olay örgüsüne, karakterlere, vs. daha fazla girmek istemiyorum; spoiler vermeden ancak bu kadarından bahsedebilirim. Çünkü dizinin en güzel yanı, spoiler yememiş bir şekilde kurguyu çözmeye çalışmak; olaylar arasındaki bağlantıları kurmak, karakterleri birbiriyle ilişkilendirmek... Normalde ben gelemem böyle şeylere, sabredemem; dizinin ilk bölümünü bitirir bitirmez wiki sayfasını açıp tüm kurguyu öğrenirim. Ama Dark'ı izlerken kendimi biraz tuttum, diziyi kardeşimle izlememin de yardımı oldu tabii.

Dark'ın en beğendiğim kısmı, cast seçimi. Oyuncular, nokta atışıyla seçilmiş. Ebeveynler çocuklarıyla o kadar benziyor ki, kendi çocukları oynasa bu kadar olmazdı. Karakterlerin geçmiş ve geleceklerini başka başka oyuncular canlandırıyor. Aynı şekilde bu oyuncular da öyle bir seçilmiş ki, oyuncuların kendisini ifade etmesine gerek bile kalmadan kimin kim olduğu anlaşılıyor. Kurgu, bölümler ilerledikçe karmaşıklaşmaya başlıyor. O nedenle oyuncu seçiminin başarıyla yapılması, diziyi anlamayı ve olay örgüsünün takibini yapmayı kolaylaştırıyor.

Kurguda sembolizm çok baskın. Buradan haraketle, karakter isimlerinden olayların oluşturduğu örüntülere kadar dizinin birçok unsurunun neyi simgelediği anlaşılabilir. Hatta olayların gidişatını çıkarmak da bir dereceye kadar mümkün. Fakat bunun için hem belli bir bilgi birikimine sahip olmak hem de diziyi pür dikkat izlemek gerekiyor. Neler olacağını kestirmek, dizinin ortalarına gelindiğinde zorlaşmaya başlıyor. Son sezonda ise bir adım sonrasını tahmin etmeyi geçtim, olayları kavramak zaten başlı başına güç.

Spoiler yememek için araştırma da yapamadığımdan, son sezonu kafam allak bullak bir biçimde izledim ben ve hayal kırıklığına uğradım. Sanki izleyici olay örgüsünü sorgulayamasın, kurulan neden-sonuç ilişkilerindeki açıkları yakalayamasın diye bu kurgu böyle dallanıp budaklandırıldı gibi geldi bana. Diziyi izlerken, her şeyin en sonda belli bir mantık çerçevesinde anlam kazanacağını düşünmüştüm. Lakin Dark, beklentimin altında kalan açıklamalarla ve bölümlerle kapanış yaptı. Özellikle o son bölümlerin temposunu çok hızlı buldum. Bu böyle yaptı, şu şöyle oldu şeklinde pat pat pat diye geçiştirildi çoğu şey ve birçok probleme, karakterlerin o anda ortaya attıkları gerekçelerle çözüm getirildi. Nedenine, nasılına yer vermedikleri için de bu kısımlar mantıksız ve saçma gözüktü. Bunca sezon boyunca öyle olmayacak denilen şey, bir bölüm içinde oluyorsa ve buna akla uygun bir açıklama getirilmiyor veya gösterilmiyorsa... Eh, ben ne anladım o zaman bundan! Kurgunun gerçekten de şaşırtıcı ve mantıklı kısımları var; olay örgüsü içinden çıkılamaz bir hale geldiği için akla gelen ilk fikir uygulanmış gibi görünen kısımları da var. Diyeceğim o ki, kurgunun temelindeki düşünce yaratıcı ve ilgi çekici; bunun işlenişi ise daha iyi olabilirdi bence. Dark'ı bir kez daha izlemeyi planlıyorum. Belki de sorun bendedir, diye düşünmek istiyorum. Çünkü dizi cidden, bu sene izlediğim en iyi yapımlardan biri. Umarım, sorun bendedir 🤞

post signature
Paylaş:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder