, , , , , , , , ,

Yorum: Cadıların Keşfi, Gecenin Gölgesi & Hayat Kitabı - Deborah Harkness

Tür: Aşk, Çağdaş/Modern, Fantastik, Gizem
Goodreads Puanı: 4,00 (339.425 oy)
Orijinal Adı: A Discovery of Witches
Seri: All Souls Trilogy, #1
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Çeviri: Berna Kılınçer
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 672

Olağanüstü güçlere sahip bir cadı, imkânsızlıklara direnen yasak bir aşk ve her şeyi başlatan gizemli bir elyazması.

Oxford'un Bodleian Kütüphanesi'ndeki kitap raflarının arasında araştırma yapan genç akademisyen Diana Bishop, tesadüfen simyacılıkla ilgili eski bir elyazması bulur. Köklü ve seçkin bir cadı ailesinden gelen Diana'nın yaptığı bu keşif yeraltında doğaüstü bir karışıklığa sebep olarak iblis, cadı ve vampirlerin kısa sürede kütüphaneye doluşmasına yol açar. Diana, yüzyıllardır aranan bir hazine keşfetmiştir ve her şeyi yoluna koyabilecek tek kişi de yine kendisidir. Bu zorlu mücadelede en büyük destekçisi ise onu hiç yalnız bırakmayan, her türlü fedakârlığı göze alıp kendi soyunun karşısında duran meslektaşı, vampir Matthew olacaktır.

"Sihirle bezeli, olağanüstü derecede yaratıcı ve fantastik bir hikâye... Karşı konulamaz bir büyücülük, bilim ve yasak aşk hikâyesi..."
-People

"Deborah, yıllardır okuduğum en ilgi çekici romanlardan birini yazmış. Daha ilk sayfasından bu kitaba âşık oldum."
-Danielle Trussoni

"Harkness'ın bu ilk kitabı tek kelimeyle çarpıcı. Gerçeklik ile kurguyu, tarih ile günümüzü, nezaket ile öfkeyi, kendini bulmayı ve kaybetmeyi birleştiren bir kitap; kalbinize dokunacak ve zihninizi besleyecek güzel bir eser. Diğer bir deyişle, kusursuz bir yapıt."
-The Truth About Books


Tür: Aşk, Çağdaş/Modern, Fantastik, Gizem
Goodreads Puanı: 4,07 (159.255 oy)
Orijinal Adı: Shadow of Night
Seri: All Souls Trilogy, #2
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Çeviri: Berna Kılınçer
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 672

Tarih ile büyünün zengin dünyasında kök salan aşk hikâyesi, geçmiş ve tutkuyla örülmüş bir masala sürükleniyor.

Düğüm yavaş yavaş çözülüyor...

Her şey Cadıların Keşfi'yle başladı... Güçlü bir cadı ailesinden gelen tarihçi Diana Bishop ile vampir Matthew Clairmont, canlıları birbirinden ayıran doğa yasalarını bozmuştur. Diana, Bodleian Kütüphanesi'nde gizemli bir el yazması keşfettikten sonra Matthew'la kaderlerini birbirine bağlayan olaylar zincirini tetiklediği için cadı, iblis, vampir ve insanların bir arada yaşamasını sağlayan hassas bağ tehdit altına girmiştir.

Güvenli bir yer arayan Diana ile Matthew zamanda geri giderek 1590 Londra'sına yolculuk ederler. Ancak kısa süre içinde geçmişin aslında güvenli bir sığınak olmadığını anlarlar. Bir şair ve Kraliçe'nin casusu olarak eski kimliğine geri dönen vampir, Gece Okulu adındaki, radikal grupla tekrar bir araya gelir. Aralarında oyun yazarı Christopher Marlowe ve matematikçi Thomas Harriot'ın da olduğu bu toplulukta kural tanımaz iblisler ve dönemin yaratıcı zihinleri vardır.

Matthew ile Diana, Ashmole 782 el yazmasını ve genç kadına olağanüstü güçlerini nasıl kontrol edeceğini öğretecek olan cadıyı bulmak için birlikte Tudor Londra'sının altını üstüne getireceklerdir.

"Sürükleyici ve romantik bir olay örgüsü..."
-E. L. James, The Guardian

"Üslubu o kadar zengin, karakterleri o kadar ilgi çekici ki... Kitabı okumak için gün sayan okuyucuların içi rahat etsin çünkü beklediklerine kesinlikle değecek."
-BookPage


Tür: Aşk, Çağdaş/Modern, Fantastik, Gizem
Goodreads Puanı: 4,18 (119.836 oy)
Orijinal Adı: The Book of Life
Seri: All Souls Trilogy, #3
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Çeviri: Berna Kılınçer
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 616

Sonlar. Başlangıçlar. Değişim. Geçmişin sırlarını ve geleceğin anahtarını gizleyen bir el yazması. Her şeyin tam kalbinde, ölümsüz bir aşk.

Cadı tarihçi Diana Bishop ve vampir bilimci Matthew Clairmont geçmişten günümüze dönünce yeni sorunlar ve eski düşmanlarla karşılaşır. Fransada, Matthewun atalarından kalma evinde tanıdıkları pek çok kişiyle tekrar bir araya gelirler ancak çok önemli bir kişi eksiktir. Geleceklerine dair en büyük tehdit ise henüz açığa çıkmamıştır ve bunun farkına vardıkları an, hızla Ashmole 782 ile kayıp sayfalarını bulma çabasına gireceklerdir.

Ruhlar üçlemesinin son kitabında Harkness güç ve tutku, aile ve sevgi, geçmişten gelen meseleler ile günümüze yansıyan sonuçlarını derinlemesine inceliyor. Auvergne'in tepelerinden Venedik'in saraylarına uzanan bu macerada Diana ve Matthew, devasa şatolar ve üniversite laboratuvarlarında, kadim bilgiler ile modern bilimi kullanarak, sonunda cadıların yüzyıllar önceki keşfini gün ışığına çıkaracak.

"Ne kadar zengin, heyecan verici ve eğitici bir öykü... İnsanı içine çekiyor; romantik ve fevkalade."
-E. L. James, The Guardian

"İncelikle işlenmiş, cevher gibi bir kitap... İçinde kaybolup bir daha dönmemek istedim. Daha büyük bir övgü olabilir mi? Her açıdan müthiş."
-Manda Scott

Ruhlar Üçlemesi’ni dizisiyle tanıyanlardanım ben de... Diziye başladıktan sonra, kitapların aslında bir süredir arkadaşımın tavsiye ettiği bu seri olduğunu fark etmemle ufak çaplı bir şok geçirdim 😄 Yanlış hatırlamıyorsam, ilk sezonun bitmesine birkaç bölüm kala seriyi komple sipariş vermiştim. Spoiler yememek için Cadıların Keşfi’ni diziyle bir okumaya çalışsam da bunca uğraşa rağmen spoiler yemeği başardım. Sonrasında dayanamayıp ilk kitabı bitirdim. Nitekim serinin devamı da, seriden aldığım zevki uzatma girişimlerime rağmen, kısa bir süre içinde bitti.

Aslında kitapların incelemelerini ayrı ayrı girmeyi planlamıştım. Fakat yoğunluktan ve biriken incelemelerin çokluğundan dolayı bu kitapların yorumunu birleştirip incelemeyi seri olarak girmek istedim. Serinin genel incelemesine ek olarak, kitapların öne çıkan özelliklerine de yer verdim.

Büyüdükçe, geliştikçe zevklerimiz de bizle birlikte değişiyor. Ben bunu kendimde en çok fantastik türünü okurken fark ettim. Özellikle bundan bir on yıl kadar önce vampir, cadı gibi fantastik ögelerde dolu fantastik türündeki kitapları silip süpüren ben, son beş yıldır bu kitapların yüzüne bile bakmıyorum. Bunların işlenişi çok yetersiz geliyor artık. Bu yüzden kurgusunun altı daha dolu olan kitaplara yönelmeyi tercih ettim ve ne yazık ki fantastik türü, bunların çok az bir kısmını oluşturuyor.

Ruhlar Üçlemesi ise beni bu konuda oldukça şaşırttı. Türe ait diğer çoğu kitaptaki gibi fantastik ırkların varlıklarının açıklanışı, üstünkörü bir biçimde veya ispatlanamayacak nitelikteki bir fikrin öne sürülmesiyle yapılmıyor. Deborah Harkness evrimi arkasına alarak vampir, cadı, iblis gibi türlerin varlığına daha ayrıntılı ve elle tutulabilir açıklamalar getiriyor; büyüyü de bilimle birlikte ele alarak biyokimya ve nörobilimde uzmanlaşmış vampirlerin ve tarihçi akademisyen cadıların bulunduğu, epey ilginç bir kurgu inşa ediyor. Belli bir mantığa dayanan, evrimsel bakış açısıyla yapılan açıklamalar seri ilerledikçe okuyucuya sunuluyor; bu sayede merak duygusu da beslenip seriye olan ilgi canlı tutulabiliyor.

Fantastik kitaplardaki farklı ırklara ait karakterlerin diğerleri ile ilişkilerini çok klişe buluyorum. Irkların etkileşimi belli bir rotayı takip ediyor gibi ve bu ilişkiler bir kılavuz dahilinde sanki, aynı dinamikleri içeren tipik bir gelişimi izliyor. Bu türün özellikle genç yetişkin romanlarıyla birleşmesi sonucu, yaşının özelliklerini taşımayan karakterler de ortaya çıkıyor. Zihnen, bedenen, psikolojik ve duygusal olarak ergenlikte olduğu halde bir yetişkin gibi görünen, giyinen, davranan karakterleri fantastik kitaplarda o kadar çok gördüm ki... Gerçekçi olmayan bu karakterleri okuyup zamanımı boşa harcamak istemediğim için fantastik türündeki kitapları son yıllarda pek tercih etmedim.

Ruhlar Üçlemesi ise tüm bu algıları yıkacak nitelikte karakterlere ve karakter etkileşimine sahip bir seri. Irkların özellikleri bazı genel geçer bilgilerden besleniyor fakat bu ırklar tarihsel ve ekolojik bir çerçeveye oturtularak çok yönlü işlenmiş. Geçmişleri ve sahip oldukları nitelikler bu nedenle daha derinlikli ve mantıklı. Karakterlerin yetişkin bireyler olduğunu ve bu yaşın sorunlarıyla, yaşlarına uygun biçimde baş ettiklerini görmek ise beni benden aldı. Keza, romantizmin de gerçekçi ve seviyeli bir şekilde kullanılmasını çok beğendim. Zira aşklarını mıç mıç yaşayan veya sevdiceği konumundaki iki kişi arasında tenis topu gibi bir oraya bir buraya gidip gelen karakterleri okumaktan gına geldi bana.

Seride olaylar ağırlıklı olarak Diana’nın bakış açısından anlatılıyor. Okuyucu da Diana gibi, ırklar arası ilişkilere ve çatışmalara yabancı; olaylar geliştikçe Diana ile birlikte bu gizli dünyanın tarihi öğreniyor. Seri ilerledikçe tanrısal bakış açısı da işin içine giriyor; Diana'nın yokluğunda gerçekleşen olaylar, bu bakış açısıyla iletiliyor. Bakış açılarının değişmesi, özellikle serinin üçüncü kitabı Hayat Kitabı’nda göze çarpıyor; öyle ki bu zırt pırt değişimler bir yerden sonra beni rahatsız etmeye başlamıştı. Bu değişimlerin sıklıkla ve gelişigüzel bir biçimde olması dikkati dağıtıyor ve akışı bozuyor. Hikayeye dalmışsınız, merakınız da zirvedeyken bir sonraki bölüme geçmek için sayfayı çeviriyorsunuz. Fakat başka bir yerde, başka karakterlerin o anda başına gelenlerle karşılaşıyorsunuz. Neler olacağını öğrenmek için bu bölümü okumanız gerek, ama bu sefer de bu bölümdeki olaylar ilginizi uyandırıyor ve bir sonraki bölümü düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Bölümleri atlayarak okusanız, nereye kadar gidecek bu böyle... Bölümler elbet bir yerde birleşip yeni bir anlam oluşturacak ve sonra yine ayrılacak; o yüzden, atlayarak okumak da çözüm değil... Bakış açılarının ve olayların gerçekleştiği cephelerin farklılaşması güzel; böylece kurgunun derinliği, karakterlerin kompleksliği gözler önüne seriliyor ve olay örgüsü okuyucuya daha açıklayıcı bir biçimde iletiliyor. Lakin bunların bu şekilde sunulması insanı yoruyor da... Geçişlerin sıklığı belli bir düzende ve daha az olsaydı, tadından yenmezdi bu kitap.

Kitapların çeviri ve basımının da daha iyi olması gerektiğini düşünüyorum. Üç kitapta da çeviriden kaynaklı vurgu kayıplarının ve yanlış vurguların olduğunu gördüm. Aynı şekilde, birkaç yerde çeviriden dolayı yaşanan anlam kaybını en aza indirmek için dipnotlar eklenebilirdi diye düşünüyorum. Çevirideki tutarsızlıklar da dikkatimi çekti. Mesela bazı hitap biçimlerinin ilk kitapta birebir çevrilip sonraki iki kitapta olduğu gibi bırakılmasının amacını anlayamadım şahsen. Bu gibi noktaları gözden kaçan hatalar olarak değil de iyileşen çevirinin ipuçları olarak değerlendirmek istiyorum. Bunlar dışında seride, ben olsaydım farklı çevirirdim dediğim kısımlar ve eksik çevrilmiş parçalar var. Her ne kadar çeviriyi yetersiz bulsam da çevirinin oldukça akıcı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bu akıcılık sayesinde eksikliklerini, kitabın orijinalini incelemeden fark etmek pek mümkün değil. Redaksiyonu ise çok ayrı bir konu... Okuduğum diğer kitaplarda da böyle miydi, bilmiyorum ama bu üç kitapta satır sayılarının değişiklik gösterdiği gözüme çarptı. Bir sayfada bulunan satırlar 32 ile 35 arasında değişiyor ve bu durumu biraz garip buldum. Satırlar arasındaki boşlukların bir daralıp bir genişlemesi, benim okuma tecrübemi olumsuz etkiledi. Sıklıkla durup sayfalardaki adını koyamadığım o tuhaflığı anlamlandırmaya çalıştım. İkinci kitabın sonuna doğru bunun, satır sayılarının değişiklik göstermesindan kaynaklandığını çözebildim. Ayrıca, serinin üç kitabında da yazım ve imla hataları mevcut. Neyse ki bu hatalar seri ilerledikçe azalıyor. Çevirideki sorunların da keza gittikçe azalması, ilk kitaptaki hataların fark edildiğini ve giderildiğini gösteriyor. Orijinal kapaklarının kullanılmasını da artı olarak değerlendiriyorum.

Uzun bir aradan sonra zevkle okuduğum ilk fantastik seri olan Ruhlar Üçlemesi, fantastik türünü neden sevdiğimi hatırlattı bana. Tasarlanan fantastik dünyaya ve ırklara doyurucu açıklamalar getiren bir kurguya, sürükleyici bir olay örgüsüne ve sahici karakterlere sahip bu seriyi tüm fantastik severlere tavsiye ediyorum. Dizisinin ikinci sezonuna da az kalmışken, bu seriye mutlaka bir bakın 😉



"Bu hikâyelerin her biri insanları korkutan ve yaratıkların gerçekten var olduğunu inkâr etmelerine yardım eden bir gerçeklik kırıntısı barındırır. İnsanları diğerlerinden ayıran en güçlü özellik inkâr edebilme güçleridir. Benim gücüm ve uzun ömrüm, senin doğaüstü yeteneklerin ve iblislerin de büyüleyici yaratıcılığı var. İnsanlar kendilerini, yukarının aşağı ya da siyahın beyaz olduğuna inandırabilir. Bu, onların özel yeteneği."




"Biz kadınlar aklımız dışında hiçbir şeye sahip değiliz. Namusumuz önce babamıza, sonra kocamıza aittir. Kendimizi ailemize adarız. Düşüncelerimizi başkasıyla paylaşır paylaşmaz, kâğıdı kalemi ya da iğne ipliği elimize alır almaz, yaptıklarımız başkasına ait olur...."




"Sırlar da tıpkı ölüler gibidir, her zaman gömüldükleri yerde kalmazlar..."





post signature
Paylaş:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder