Anna Chancellor, Ben Whishaw, dizi, dizi tanıtımı, Dominic West, dram, Joshua McGuire, Lisa Greenwood, Oona Chaplin, Romola Garai, The Hour
Tanıtım: The Hour
Şu sıralar İngiliz yapımı dizilere gömülmüş durumdayım. Elimi hangi diziye atsam İngiliz yapımı olduğunu öğreniyorum. Bunda, artık izleyecek Amerikan yapımı dizi bırakmamamın da payı olabilir :D
Geçtiğimiz pazar günü izleyecek dizi arayışındayken The Hour'la karşılaştım. Aslında, türü dram olan dizileri mecbur değilsem pek izlemiyorum. Ama işte, içlerinden bazısı çıkıp bütün düzenimi alt üst edecek potansiyele de sahip olabiliyor. Bunun en yeni örneği ise 3 günde bitirdiğim The Hour.
Dizi hakkındaki düşüncelerime geçmeden önce, kısaca dizinin konusu ve karakterleri hakkında bilgi vereyim. The Hour, ilk sezonu 2011 yazında İngiliz televizyon kanalı BBC tarafından yayımlanan bir dram dizisi. Senaryo, 1956 yılının yaz aylarında, Soğuk Savaş döneminde geçerek başlıyor. Bir yandan bir haber programı üzerinden o dönemin siyasi ve politik sorunlarına odaklanılırken; diğer yandan programın kamera arkasında olanlar ve programda çalışan karakterlerin hayatları gösteriliyor. Dizi ise adını, dizide geçen o haftalık haber programından alıyor. The Hour'un ilk bölümü, bu haber programının oluşturulması üzerine kurulu. Başroldeki birçok isim de programda görevli kişilerden oluşuyor.
Bu kişilerden, memnun olmadığı işinde oldukça iyi olan fakat televizyon işine girmek isteyen gazeteci Freddie Lyon'ı Perfume'den tanıdığım Ben Whishaw canlandırıyor. Freddie, bulunduğu konumdaki gazetecilerden hem daha zeki hem de olaylara farklı bir bakış açısından bakabiliyor. Sorulması gereken soruların ne zaman ve ne şekilde sorulacağını bilmesi onu değerli ve eşsiz yapan etmenlerden sadece biri. Freddie, aklındaki "kimsenin kaçıramayacağı o saat" konseptli haber programı fikrini hayata geçirmek istese de daha sonra, bu programdaki işini en yakın arkadaşı Bel Rowley'ye kaptırdığını öğreniyor.
Romola Garai tarafından canlandırılan Bel Rowley ise kadınların çok yükselemediği erkek egemen bir alanda çalışıyor. Freddie'yle uzun zamandır arkadaş olduğu halde, ona teklif edilen bu işin karşısına çıkacak az sayıda fırsatlardan biri olduğunu fark ettiği için geri çevirmiyor. Fakat Freddie'yi, kendisiyle birlikte The Hour'da çalışmaya ikna etmeyi de ihmal etmiyor. Hatta, Freddie yapımcısı olamadığı bu programın sunucusu olmak istediğinde Freddie'ye destek çıkıyor. Ama Freddie bu işi de bir başkasına kaptırıyor.
Programın sunucusu olarak seçilen Hector Madden'ı The Wire'dan tanıdığım Dominic West canlandırıyor. Kendisi bu rolü daha çok kayınpederi sayesinde torpil yoluyla aldığı için, Freddie'yle olan ilişkisine kötü bir başlangıç yapıyor. Evli olmasına rağmen Bel'e gösterdiği yakınlık da bu ilişkiye hiç yardımcı olmuyor, tabii. Hector, başlarda The Hour için sadece sevimli bir yüzden ibaretken, daha sonra Freddie'nin de yardımıyla gerçek bir gazeteci olmayı başarıyor.
Programda çalışan diğer isimlerden yabancı masa departmanından sorumlu Lix Storm'u Anna Chancellor, Freddie'nin yardımcısı olan Isaac Wengrow'u Joshua McGuire, Bel'in sekreteri Sissy Cooper'ı Lisa Greenwood, Hector'ın eşi Marnie Madden'ı Charlie Chaplin'in torunu Oona Chaplin canlandırıyor. Dizide, bu kişilerin dışında başka tanıdık oyuncular da mevcut. Örneğin Sherlock'un Moriarty'si Andrew Scott'u, Doctor Who'nun 12. Doktor'u Peter Capaldi'yi ve Torchwood'un Owen'ı Burn Gorman'ı The Hour'da görebiliyoruz.
Dizi hakkında çok şey söylememe gerek var mı, bilmiyorum... İzlediğim dram dizisi neredeyse yok gibi, taş çatlasa 1-2 tane vardır. Uzun zamandır dizi tanıtımı yazmadığımı ve vizelerden yeni çıktığım için şu sıralar üşengeçliğimin de üstümde olduğunu hesaba katarsak, The Hour'un beni işte bu kadar çok etkilediğini söyleyebilirim. Dekordan kıyafetlere, senaryodan oyunculuğa kadar hepsinin oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Dizinin sevmediğim tek yönü, 2 sezon sürmesi. O da dizide emeği geçenlerin değil de BBC görevlilerin verdiği kararın aptallığından kaynaklanıyor bence. Böyle bir diziyi hem de böyle bir finalle sonlandırmak hiç iyi olmadı. Dizi, biraz daha uzun sürseydi muhteşem olabilirdi ki her sezonun ortalama birer saatlik 6 bölümden oluştuğunu düşünecek olursak, en az bir 5 sezon çok iyi olurdu. Yine de bu finalle bile, tadı damağımızda kalan The Hour'ın bir nevi yerinde bir kapanış yaptığını düşünüyorum.
Son olarak, diziyi izleyip son bölümde olanlar yüzünden kendini paralamış izleyicilerden dizinin yazarı Abi Morgan'ın dizi iptal edilmeseydi sonraki sezonda neler olacağını anlattığı röportajıyla ilgilenenleri şu yazıya alabilirim. Spoiler vermemek adına, finaldeki olaylara değinmeyip böyle bir yönlendirme yapmayı uygun gördüm. Fakat şunu söyleyebilirim ki dizi, 2. sezonun son bölümünde olanlarla açık bir kapı bırakıyor. Ben her zaman yazarların kendi sonlarını merak ettiğim için biraz araştırma yaptım ve bu röportajı buldum. Umarım bu yazıyla, en azından bazılarımızın merakı giderilmiştir :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder