, , , ,

2019 Yılının En İyileri!


2019'un son gününden herkese merhaba! Yeni yılınız şimdiden kutlu olsun, isteklerinizin gerçekleştiği bir yıl diliyorum 🎆

Bu yılı blog konusunda biraz sıkıntılı geçirdim ben, planlarımı tam olarak uygulayamadım. Ne istediğim kadar kitap okuyabildim, ne de dizi-film izleyebildim. İş güç, yüksek lisans filan derken 2019 nasıl geçti anlamadım şahsen... Fakat bu yıl bana çok şey kattı, hedeflerimin tamamına ulaşamasam da bir kısmını gerçekleştirdiğim için mutluyum 😊

O nedenle, bu yılın en iyilerini üçe düşürdüm; okuduğum en iyi 3 kitabı, izlediğim en iyi 3 dizi ve filmi listeledim.


Okuduğum En İyi 3 Kitap

Bu yıl okuduğum kitapların neredeyse yarısının CMBYN olduğunu belirtmek istiyorum, öncelikle 😄 En iyileri üçe düşürmemin bir nedeni de, okuduğum tüm kitapları listeye almamak. 2019'da topu topu 10 kitap bitirmişim zaten ki bunların dördü CMBYN, geriye kalan 6 kitaptan 4 tane seçmek saçma geldi; ben de çareyi listeyi daraltmakta buldum.

1. Call Me by Your Name - André Aciman

Listenin birincisine şaşırdığınızı sanmıyorum 😉 Beni tanıyan tanımayan herkes, şu kitabın beni nasıl çarptığını biliyor. Değil 2019 yılı, son on yılın ve hatta 27 yılın en iyi kitabı... "Evde yangın çıksa, ilk hangi kitabını kurtarırdın" sorusuna cevap vermekte zorlanmıyorum artık; o derece yani!

Listeye paperback yerine audiobooku almak istedim; o çeviriyle Adınla Çağır Beni'yi almayacağım barizdi zaten 😒 Armie Hammer'ın seslendirmesiyle Elio'nun düşüncelerini dinlemek, ilahi bir deneyimdi. Hele bir de güneşin altında, burnunuzda cildinize sürdüğünüz güneş kreminin ve saçınıza püskürttüğünüz papatya suyunun kokusu varken dinliyorsanız...


Good Omens, İthaki tarafından Kıyamet Gösterisi adıyla dilimize çevrilmişti. Ben de kitabı üniversitenin ilk yıllarında okumuştum, hatta yazdığım ilk yorumlardan biri olur kendisi 😏 Yorumu merak edenler, üstteki like tıklayarak yoruma ulaşabilir; ama ulaşmasanız daha iyi bence 😬

Dizisi de malum, bu sene çıktı. Diziyi izledikten sonra kitabı tekrardan okuyayım dedim; yollarda da bir elimde termos bir elimde kitap zor olacağından, ebook arayışına girdim. Good Omens'ı hem hatırlamak hem de yolda geçen zamanı değerlendirmek için tekrardan, büyük bir keyifle okudum. Gaiman ve Pratchett'ın dilini nasıl da özlemişim...


3. Uzayda Piknik - Arkadi & Boris Strugatski

Ne okuduğum, nasıl okuduğum belli olmayan bir kitaptı Uzayda Piknik. Dizisinin çıkacağı söylentisini duyunca başlamıştım kitaba, yazarların başka bir kitabını da severek okuduğum için Uzayda Piknik iyi bir tercih gibi geldi.

Kitabı okurken, kaç kez kitabı yarım bırakmayı düşündüm. Onun yerine, kitaba bir süreliğine ara verdim. Uzayda Piknik'i okumak için doğru bir zamanda değilmişim demek ki, zira kitabı tekrardan elime aldıktan kısa bir süre sonra bitirdim.

Kitap, gerek kurgu gerekse üslup açısından çok başka bir kafada 🤯 İçeriği, vurgulanan noktaları, vs. tamamen anladığımı sanmıyorum. Ama bu, Uzayda Piknik'in bu sene okuduğum en iyi kitaplardan biri olduğunu anlamama engel değil. Daha sakin bir dönemde kitabı bir daha okumayı planlıyorum, bakalım...


İzlediğim En İyi 3 Dizi

1. Good Omens

Dizinin çıkacağını duyduğumda heyecandan bayılacaktım. Nitekim hayal kırıklığına da uğramadım. Öyle ki, Good Omens'ın en iyi uyarlamalardan biri olduğu iddiasındayım. Dizisi o kadar muhteşem ki, bir an kitabının muhteşemliğini unuttuğumu sanıp kitabı tekrardan okudum. Oyunculardan ya da senaryodan, belki de her ikisi ve diğer her şeyden dolayı olsa gerek; dizi tek kelimeyle mu-az-zam olmuş.

Dizi, kitaba kıyasla daha akıcı, gelişmeleri takip etmesi daha kolay. Tennant ve Sheen'in enerjisi de diziye cuk diye oturmuş. Mutlaka izleyin!

Keşke Terry Pratchett da bu günleri görseydi, bir kez daha kendisini rahmetle anıyorum.

2. The Office

The Office, neden izlediğimi bilmediğim bir diziydi. Michael Scott'tan nefret etmeme rağmen garip bir biçimde kendimi sonraki bölümü izlerken buldum hep. Başlarda Michael her şeyiyle beni sinir hastası etse de sonunda keyifle izlediğim karakterlerden biri oldu.

Karakterlerinin tiplemeleri olsun, senaryonun mizahi yönü olsun, alttan alttan verdiği mesajlar olsun, sevdim ben The Office'i. Ama diziyi halen daha bitirebilmiş değilim 🤣 Gerçekleşmesini istemediğim olayları izlememek için diziyi kağnı hızında izliyorum şimdilik, olacaklara kendimi daha iyi hazırladıktan sonra, diziye tam gaz devam edeceğim.


3. WtFock

En son izlediğim Skam versiyonu, WtFock'du. Nedense ben bunu Finlandiya yapımı zannetmiştim, İzlemeye başladığımda da Norveç'e yakınlığından dolayı gerek mimari gerekse kültürel benzerlikleri göreceğim diye heyecanlanmıştım 🤭 Sonradan Belçika yapımı olduğunu öğrendim, bu sefer de Fransızca'dan dolayı mutlu oldum.

Dizinin senaryosu Skam'la bir gibi, fakat 3. sezonda farklılaşmaya gidilmiş. Dizinin, karakterlerin yaşına uygun bir oyuncu kadrosu var. Karakterler, Skam'daki gibi sosyal medyada da aktif; Youtube hesapları da tatlının üstündeki kiraz misali...

Özellikle 3. sezonuyla beni benden aldı bu dizi. Bir Isak sezonu daha, bana bir Skam versiyonunu sevdirdi; şaşırdık mı, hayır 🤷 Ama Robbe ile Sander'ın arasındaki kimya bambaşka bir şey. Özellikle Skam severlerin bu sezona bakmasını tavsiye ederim.


İzlediğim En İyi 3 Film

1. Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain

Şu filmi izleme amacım tamamen Fransızcamı ilerletmek amaçlıydı. Sonrasında ise ne izlediğimi kavramaya çalıştığım birkaç gün geçirdim.

Amélie'yi görünce aklıma hep hayal gücü geliyor; hayal gücünün tuhaflığı, sınırsızlığı ve serbestliği... Amélie de böyle bir film aslında; garip karakterleri olan, dizginsiz senaryosuyla duyguları derinden sarsan bir film. İzlediğim en acayip, en güzel filmlerden biri.

Psikolojik açıdan incelendiğinde de tatmin edecek bir yapım. Herkese izlemesini şiddetle tavsiye ederim 😉

2. Lady Bird

Saoirse Ronan'ı her izlediğimde "Tamam..." diyorum, "...bu kız daha iyi oynayamaz." diyorum ve her seferinde çıtayı daha da yukarıya çıkarttığını görüyorum. Duyguları tüm varlığıyla aktarışına, oynadığı karaktere can verişine hayranım.

Filmi bu kadar beğenmemin asıl nedeni Saoirse Ronan olsa da, diğer oyuncuların performansları ve senaryonun da bunda payı var tabii. Lady Bird'ü izlerken ergenliğimi düşündüm; hislerimizin, yaşadıklarımızın ne kadar da benzer olduğunu gördüm. Filmi izleyen her kadın, her insan nostaljiden nasibini alacaktır bence 😊

Aynı şekilde, Lady Bird'ü de psikoloji filmleri izlemek isteyenlere tavsiye ederim.

3. Bohemian Rhapsody

Bohemian Rhapsody'yi izlemekte birazcık geç kalmıştım. İzledikten sonra ise uzun bir süre boyunca sabah akşam Queen dinlemekten alamadım kendimi. Şarkıların sahnelerle uyumu olsun Rami Malek'in o müthiş performansı olsun, Bohemian Rhapsody'yi beğeniyle izledim. Filmin zirvesinin Live Aid konseri olduğunda hemfikiriz sanırım 😍

Senaryo gerçeklere biraz daha bağlı kalınarak oluşturulsaydı, Bohemian Rhapsody tadından yenmezdi diye düşünüyorum; zira bazı önem arz eden sahnelerin gerçekle uzaktan yakından alakasının olmadığını bilerek izlemek, büyünün bir kısmını bozuyor gibi. Yine de ortada muhteşem bir yapım var.



post signature
Paylaş:
Devamını Oku

Geri Dönüş Duyurusu


Uzun bir aradan sonra herkese merhaba!

En son bir şeyler yazalı, burada paylaşalı ne kadar oldu hatırlamıyorum. En son ne zaman kitap incelemesi yazdığıma girmiyorum bile... Bunun nedenlerinden uzun uzadıya bahsetmeyeceğim, zira blogu boşlamamın tek bir nedeni de yok. Bir yandan bir şey, diğer yandan başka bir şey araya girdi sürekli; eh, ben de mezun olduğumdan beri blogu hayatıma bir türlü oturtamadığımdan burası son 3 yıldır böyle arada gelip gittiğim bir yer olarak kaldı. Sırf blogu kapatmamak için değişen beğenilerim ve ilgi alanlarımla burayı bir tutmak için çabaladım, ne derecede başarılı olduğumu bilmiyorum. Ama blog halen daha burada durduğuna göre, bir yerde bir şeyleri doğru yapmışım diye düşünmek istiyorum 😊

Değişen beğenilerden bahsetmişken... Blogun tasarımı da bayağıdır gözüme batmaya başlamıştı, ki çoğu zaman özellikle de tasarım konusunda bir değişiklik yapacağımdan bahsetmiştim. Blogu yeniden canlandırmak adına, ilk iş Yorum Cadısı'nın tasarımını değiştirmek istedim ve bu yeni tasarımla geri döndüm!

İçerik konusunda kitap-dizi-film üçgeninden vazgeçmek gibi bir niyetim şimdilik yok. Bu alanlarla ilgili ufak denemelerle birlikte, Yorum Cadısı'nı okuyanların düşüncelerini belirttiği ve sadece benden değil birbirinden de beslendiği bir yere dönüştürmek, blogu biraz daha etkileşimli bir hale getirmek istiyorum. Bunların yanında, o dönemde ilgilendiğim alanlardan ufak yazılarla içeriği zenginleştiririm diye düşünüyorum ama bunu ne şekilde yapacağımı henüz bilmiyorum, düşünmem lazım. Özellikle eğitim hayatımdaki yoğunluk nedeniyle yeni yazıların uzunluğu kısa, sıklığı az olacaktır, en azından bu yılın sonuna kadar. O zamana kadar da dengeyi bir şekilde bulacağımı ümit ediyorum.

Özel hayatım böylesine yoğunken neden şimdi geri döndüğümü soracak olursanız... Find Me'nin çıkışının verdiği gazla, bir süreliğine buralarda takılabilirim diye düşündüm :D Zaten bir sonraki yazı Call Me By Your Name'in kitap incelemesine ait olacağından, geri dönme konusunda zorlanacağımı sanmıyorum, parmaklarım klavyenin üstünde akacaktır 😉

Evet, girişimi de yaptığıma göre tekrardan merhaba deyip kaçıyorum! Bir sonraki yazıda görüşmek üzere 🙋

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , ,

Aylık Rapor | Mart 2019


Merhaba! Bir aylık rapor yazısıyla daha buradayım ^_^ Ocaktan beri blogu yenileme, burada daha aktif olma gibi planlarım vardı. Fakat henüz kendimde o gücü ve hevesi bulamadığım için şimdilik kendi halimde takılıyorum :D

Kitap konusunda büyük sıkıntılar içindeyim. Adınla Çağır Beni'ye saplanıp kaldım resmen; ama bu, geçen aylardaki CMBYN gibi iyi bir saplantı değil :/ Kitabı elime bile almak istemiyorum bu aralar... Bu isteksizliğim, muhtemelen çeviri kaynaklı. Başta da biraz isteksizdim zaten, çünkü bu kitabın yazıldığı dilde okunması gerektiğini düşünüyordum. Adınla Çağır Beni'de ellinci sayfaya bile gelememiş biri olarak, şimdi, rahatlıkla şunu söyleyebilirim: Birazcık İngilizce biliyorsanız kitabı İngilizce okuyun! Ne kitabın çevirisi bana CMBYN'i okurken hissettiğim duyguları verebiliyor, ne de yapılan çeviriyi anlayabiliyorum. Bu ay da kendimi Adınla Çağır Beni'yi okumaya zorlayacağım, olmadı kitabın çevirisini yarım bırakıp incelememi kitabın İngilizcesi üzerinden yapmayı düşünüyorum.



Bu ayı da Skam versiyonlarıyla, özellikle de Skam France ile geçirdim ve hiç pişman değilim :D  Ama Skam'a dalmadan önce, bu ay izlediğim bir diğer diziden kısaca bahsedeyim.

Mart ayında Skamlar dışında, The Office'i izledim. Bunu genelde yemek yerken filan açıp izliyorum. 4. sezonu bitirdim, 5. sezona başlayacağım yakında. Michael Scott'ın karakterindeki sertliklerin yumuşatıldığını görmek güzel; ilk bölümlerdeki gibi davranmaya devam etseydi, diziyi bu kadar izleyemezdim sanırım.

Evet, gelelim Skam versiyonlarına ;) Bu ay Skam NL'ye başladım ve diziyi gerçekten sevdim. Başta, Liv'in Noora'dan dış görünüş bakımından fazlasıyla farklı olması nedeniyle diziyi izlemek istememiştim. Fakat başlamak istediğim başka Skam versiyonu kalmayınca, mecburen Skam NL'ye baktım; iyi ki de baktım ;) Bunun şimdi 2. sezonu başladı ve diziyi önceden izlediğime seviniyorum; zira bu sezon çok iyi olacak, hissediyorum :D Ayrıca Lucas'nın sezonunu da merakla bekliyorum. Gerçi ben bütün Isakların sezonunu merakla bekliyorum ama, Skam NL'ninkini daha da heyecanla bekliyorum; çünkü bu versiyona başlama nedenim Lucas'ydı :)

Onun dışında Druck'ı klip klip takip etmeye çalışıyorum. Matteo'yu pamuklara sarıp sarmalayıp dünyadaki bütün kötülüklerden korumak isteyen bir tek ben olamam herhalde, değil mi? :D Şaka bir yana, ben bu çocuğu böyle üzgün görmek istemiyorum ya! Diğer evrenlerdeki Isaklar da Evenlarıyla mutlu olabilir mi artık! Hele o son gelen klip var ya... Neyse, fangirllüğümü tumblr hesabıma saklıyorum ve bir diğer Skam versiyonuna geçiyorum :D

Skam Italia da mart ayında yeni sezonuyla ekranlara döndü. Kanalın izlediği saçma sapan politikalar yüzünden bölümleri sitesinden vs. izleyemiyoruz. O nedenle bu diziye karşı içimde bir heves oluşsa da, kliplerin diğer platformlara geç düşmesi nedeniyle o heves hemen geçiveriyor. Bir de çeviri süreci var tabii... O yüzden bunu bölüm bölüm takip ediyorum şimdilik ve ilginç bir biçimde Ele ve Edo'nun olaylarından ziyade arka planda dönen diğer olaylar beni daha çok heyecanlandırıyor :D

Skam España'nın Lucas ile ilgili olayları ilk sezonda bir bir dökmelerinin ardından ne yapacaklarını merak ediyordum ki gelen açıklamaya çok sevindim. 2. sezonda, Lucas yerine Cris'i işlemelerine çok sevindim zira kendisi, şu versiyonda dikkatimi çeken tek karakterdi. Skam España'nın ilk sezonunu ortalama bulsam da, yeni sezonun ilk kliplerine bakarak bunun çok yakında değişeceğini düşünüyorum. Joana ile aralarındaki kimyaya bayıldım, bu sezonu nasıl götüreceklerini de acayip merak ediyorum. Skam España'nın verdiği bu kararla, LGBTI+ bireylerin temsilinde çeşitlemeye gitmeleri ise çok hoşuma gitti ^_^

Dün itibariyle Skam France'in 4. sezonu başladı ve ben hala geçen sezonun yasını tutuyorum. Bu sezon, diğer versiyonların tüm sezonlarına kıyasla açık ara en iyisiydi. Hatta Skam'ın 3. sezonuna denk kalitede ve doluluktaydı bile diyebilirim yani, o derece... 3. sezonun son klibini de izledikten sonra ufak bir varoluşsal krize girip ne yapacağımı düşünmeye başlamıştım. Derken ertesi gün, sanki sezon bitmemiş gibi 4. sezonun ilk klibiyle ilgili hop diye bildirim gelmesin mi... Yeni sezona hemen başlamasalardı, bu krizi nasıl atlatırdım, hiç bir fikrim yok! Bir de, 4. sezonun ilk klipleri beni benden aldı; özellikle bugün gelen o klip... Bizi yine müthiş bir sezon bekliyor, belli ki!


Bu ay Brokeback Mountain ve God's Own Country olmak üzere 2 tane film izledim. Brokeback Mountain'ı uzun zamandır izlemek istiyordum, God's Own Country'yi ise Brokeback Mountain'ı andırdığını duyup merak etmiştim.

Brokeback Mountain ile ilgili şöyle bir şey de yaşadım. Bir yerden sonra filmin duygusal yönünü bünyem kaldırmadı, hissettirdiği duygular bana fazla geldi. Ben de ara verdim ve internette takılmaya başladım. Nasıl olduysa, filmle ilgili çeşitli yazılara denk geldim ve spoiler yedim! Aslında iyi de oldu, çünkü bu sonu zihinsel bir çöküş yaşamadan izleyemezdim herhalde. O nedenle ben de filmi yarım bırakmaya karar verdim. İzlemezsem, en azından benim için o son hala yaşanmamış olacak diye düşündüm ve evet, kurgusal senaryolarda gerçekleşmesini istemediğim şeylerle bu şekilde başa çıkıyorum ben :D Tamamını izlemesem de, Brokeback Mountain'ı herkese tavsiye ediyorum ;)

God's Own Country'de çeşitli dizilerden tanıdığım birkaç oyuncuyu görünce filmi izlemek istedim. Aşkın, sevmenin ve sevilmenin gerçekçi bir biçimde, tüm çıplaklığıyla işlenmesini çok beğendim. Başrol oyuncularının performanslarını da aşırı derecede başarılı buldum, tavsiye ederim :)

Fransızca ise şaşırtıcı biçimde iyi gidiyor :D Şu üçüncü grup fiiller ve hangi harflerin telaffuz edilmeyeceğiyle ilgili zaman zaman ufak sinir krizleri geçirebiliyorum ama bir şekilde gidiyor :D O değil de, Fransızca için bir fiil çekim defteri bir de kelime defteri almak istiyorum. Şimdilik A5 boyutundaki bir defteri kullanıyorum yazarak çalışmak için ve bu şekilde de ilerlerim herhalde. Ama bunu başka defterlerle desteklemem gerekiyor, zira defteri neredeyse yarıladım. Öğreneceğim tüm kelimeleri ve yapacağım fiil çekimlerini buna sığdırabileceğimi sanmıyorum. O yüzden birkaç defterden ve çeşitli kelime kartlarından oluşan böyle minik bir Fransızca dosyası oluşturmak istiyorum. Gramer ve kelime kitapları da edinmeyi düşünüyorum ama şu anda serbest bir biçimde, ilgimi çeken konulara öncelik vererek öğrenmek daha zevkli :) Telefonuma yüklediğim birkaç uygulamadan da yararlanıyorum. Le Conjugueur'u fiil çekimleri için kullanıyorum, sözlük olarak da Collins'inki. Bir de ilgilenenler olursa diye, şuradaki podcasti tavsiye ederim ^_^

Nisan ayı için aklımda birkaç proje var, ama şimdilik Fransızca'yla ilgilendiğim için bunlara ne zaman başlarım bilemiyorum. Şu dili biraz daha oturttuktan sonra birkaç kitap yorumu ve DIY yazısıyla bloga geri dönmeyi düşünüyorum :)

Siz mart ayını nasıl geçirdiniz, neler yaptınız?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , ,

Aylık Rapor | Şubat 2019


Şubat ayının raporundan herkese merhaba! Bu ayı da kendi ufak dünyamda fangirllük yaparak, takıntıya yakın bir noktada deneyimlediğim çeşitli kitaplar ve dizilerle geçirdiğimi bilmek sizi şaşırtmayacaktır. Aslında şubat ayı da diğer aylar gibi, anlık heveslerle dolu bir şekilde geçti; tek fark, bu ay bir kitap bitirdim!


Evet, yanlış görmediniz... Şubat ayında bir adet elle tutulabilen bir kitap bitirdim :D Ocakta da bitirmiştim ama nedense audiobook ve ebook bana tam olarak kitap gibi gelmiyor, elimde tuttuğum kitaplarla aynı hissi vermiyor. Gerçi bu ayın kitabı, geçen ay okuyup dinlediğim Call Me by Your Name'in paperback versiyonuydu. Yani, bu iki ayda bir kitap bitirmiş sayılabilirim; ama ben ve pek değerli Goodreads, bunu 3 ayrı kitap olarak saymayı tercih ediyoruz. Hatta pek yakında, Adınla Çağır Beni'nin de katılımıyla 4 kitap olacak :)

CMBYN'in sancılı bitirme sürecinden sonra sıra -evet, doğru tahmin- Adınla Çağır Beni'de... Kitabın yorumunu hangi kitap üzerinden yapmam gerektiğine henüz karar vermedim. Normalde kitapların Türkçe baskılarını okuyup orijinallerine şöyle bir bakıp geçerim; ama bu sefer kitabın orijinalini, olabilecek tüm formatlarda okudum/dinledim. O nedenle, kitabı İngilizce baskısı üzerinden değerlendirip Türkçe çevirisine birkaç paragraf ayırabileceğim, tam tersi bir inceleme yazısı yazmak aklımdan geçmedi değil. Hatta yazının yüzde yetmişi filan hazır gibi, kitabı okuduğum sıralarda gelen anlık coşku patlamalarıyla karaladığım paragraflar var. Ama yazı bu halde bile inceleme yazılarımın 2-3 katı kadar uzunlukta olduğundan, üstüne bir de ekleme yaparsam devasa bir projeye dönüşecek gibi... Bu konuda şimdilik ne yapacağımı bilmiyorum; Adınla Çağır Beni'yi en geç sonraki hafta içinde bitirip neler yapacağıma bakacağım ;)



Gelelim, şubat ayında tüm benliğimi verdiğim o muhteşem yapıta... Geçen ay bundan şöyle bir bahsetmiştim aslında; ama o zamanlar bana neyin vuracağından habersiz, kendimce takılıyordum. Skam France bana öyle bir çarptı ki, kim olduğumu unuttum!

Şu dizinin ilk iki sezonunu kardeşimin zoruyla izleyip ortalama bir yapım olduğuna kanaat getirmiştim. Bu sezonda ise sanırım yapılan ilk anlaşmanın süresi dolmuş; yeni anlaşmayla ekibe çalışabilecekleri daha geniş bir çerçeve verilmiş. O yüzden bu sezon, Skam'ın izinden ayrılmadan kendince farklılaşan versiyonuna; Skam'ın gerçekten de paralel evrendeki hali imajını çizen bir sanat eserine dönüşmüş. Skam France'in Skam'la olan benzerlikleri, hem Skam'a hem kendi içindeki anlatıma yapılan göndermeleri, bazı kısımları kendi kültürlerine göre uyarlamaları fakat aynı zamanda bunu sezona bütüncül bir biçimde başarıyla yedirmeleri, adeta birer tablo niteliğindeki sahneleri, estetik zevk veren sahne kurgusu, inanılmaz derinlikteki senaryosu, oyuncuların dokunaklı ve gerçekçi performansları... Sosyal medyada yaptıkları o çıldırtıcı, ufak işleri saymıyorum bile... Skam France'in bu sezonu, izlediğim en iyi Skam sezonu diyebilirim; hatta o kadar iyi ki, bu sezonun her açıdan Skam'la yarışabileceğini düşünüyorum.

Bu ay izlediğim diğer diziler Druck, The Umbrella Academy ve The Office'ti. Druck hakkında söyleyecek çok şeyim yok; bu sezonunu takip ediyorum fakat yaptıkları son değişiklikleri pek beğenmedim ben. Bir de şu sıralar Skam France'in yörüngesinde olduğumdan, Druck için fazla heyecanlandığımı söyleyemem. Druck'ı sonraki sezonun senaryosuyla kopukluk yaşamayayım diye izliyorum şimdilik ve Matteo'nun sezonunu merakla bekliyorum ;)

The Umbrella Academy ise izlediğim sıralarda kendimi kaptırdığım, üstünden birkaç gün geçince o kadar da etkileyici olmadığını düşündüğüm bir yapımdı. Diziyi izleme sebebim Robert Sheehan'dı ve kendisi beni hayal kırıklığına uğratmadı. Senaryosu da tahmin edilebilir fakat ilgi çekiciydi. Lakin son bölümlere doğru, muhtemelen Vanya'dan dolayı, diziden ilk bölümlerdeki kadar keyif alamadım. Vanya karakterini psikolojik açıdan ilginç bulsam da, ilk birkaç bölümden sonra karakterin vasat olduğunu düşünmeye başladım. Nedenine doğrudan şudur, diyemiyorum; Vanya'nın sergilediği -senaryo çerçevesinde açıklanamayan- tavırlarından kaynaklı olabilir; Ellen Page'in performansını yer yer donuk bulsam da, genele baktığımda oyunculuğunu başarılı buldum. Meraklısına, dizinin aynı isimli çizgi romanından uyarlandığını da ekleyeyim ;)

Şubat ayının son dizisi, The Office'ti. Diziyi izlemeye bu hafta başladım ve şimdiden 2. sezonu yarıladım sayılır. Diziyi neden izlediğimi henüz bilmiyorum. Michael Scott ne zaman bir şey yapsa onun yerine ben utanıyorum, rahatsız oluyorum; söylemlerinin ve eylemlerinin çoğunun narsisizm derecesindeki bencillikten kaynaklandığını düşündüğümden, ana karakterini sevmediğim -hatta ana karakterinden nefret ettiğim- bir diziyi izlemek pek benlik bir şey değil. Ama nasıl oluyorsa, kendimi sonraki bölüme başlamış olarak buluyorum :D Umarım sonraki sezonlarda bu karakterin sivri yanlarını yumuşatıp kendisini biraz daha insan gibi davranmaya çabalatırlar.


Film konusunda geçen aya kıyasla büyük bir düşüş yaşamış gibi görünüyor olabilirim. Ama Bohemian Rhapsody bunu fazlasıyla telafi etti. Rami Malek'in performansına bayıldım, Live Aid konserinin kurgulanışına bayıldım; ama en çok da müziğin ve şarkıların, sahnelerle müthiş bir uyum içinde olmasına bayıldım. Müzik filmde ustaca kullanıldığı için sahnelere hayran kalırken, bir yandan da kendinizi şarkılara eşlik ederken bulabilirsiniz. Keşke filmin senaryosu, gerçeklere biraz daha bağlı kalınarak oluşturulsaydı. Bazı ana noktaların gerçekle uzaktan yakından alakası olmadığını bilerek bu filmi izlemek, alınan keyfi ve filmin büyüsünü bozuyor.

Şubatta izlediğim diğer film ise Love, Simon'dı. Konunun işleniş şekli hoşuma gitmese ve olayların bir yerden sonra saçmaladığını düşünsem de verdiği mesaj ve vurguladığı noktalar sebebiyle beğenerek izlediğim bir film oldu. Özellikle de LGBT+ bireylerin ifşa edilerek cinsel yönelimlerini açıklama haklarının elinden alınmasının üstünde durulması hoşuma gitti. Bu konunun bir benzeri Skam'da da işlenmişti, ama bunun Skam France'de olduğu kadar altı çizilmemişti. O nedenle, Love, Simon'ı severek izlediyseniz Skam'ı -özellikle de Skam France'i- izlemenizi tavsiye ederim ;)

Skam France'e yeniden dönmüşken... Şu son birkaç haftadır Fransızca'ya bakıyorum. Şurada bahsettiğim ocak ayının İtalyanca hevesini şimdilik rafa kaldırdım, Skam Italia başlayınca ona geri dönüş yaparım herhalde :D Skam France'in bu sezonu bitmeden Fransızca'da ilerleyebildiğim kadar ilerlemek istiyordum ki, Skam France'in ara vermeden sonraki sezona başlayacağını duydum ^_^ İyi de oldu, aslında; zira Fransızca'da İtalyanca'ya kıyasla daha ilerilerdeyim. Bunda, bir defter tutup yazarak çalışmamın etkisi çok büyük. Fransızca çalışırken aklıma, İngilizce öğrenmeye çalıştığım ilkokul yıllarım geliyor sürekli; aynı duyguları tekrar hissedip ufak tefek nostaljiler yaşıyorum :D Bu arada, ben Fransızca için çeşitli sitelerden ve birkaç youtube kanalından faydalanıyorum. Passage Tv'nin buradaki oynatma listesinden birebir çalışıyorum. Telaffuzlara odaklanmak ve alıştırma yapmak için ise buradaki kanala bakıyorum. İkisini de tavsiye ederim :)

Şubat ayında yazdığım tek defter, Fransızca defterimdi... Şuradaki yazımda bahsettiğim ajanda tutma planım vardı ya, olmadı o :D Bir kez daha anladım ki ben, plan insanı değilim ya da düzen insanı... İnsanlar nasıl öyle en ince ayrıntısına kadar planlanmış ajandalar tutabiliyor, hayret ediyorum cidden. Şubatın ilk haftasına kadar bu planlı programlı ajanda işini sürdürmeye çabaladım, ama yapamadım. Bir de "Her şeyi planlayınca, insan aklındakileri ajandasına yazınca kafası rahatlar; her şey ajandasında olunca aklını daha etkili kullanır" gibisinden bir sürü teşvik edici yazılar, cümleler okumuştum. Ajanda tutmak, bende tam tersi bir etki yaptı; yaptıklarımı sürekli olarak belirli bir çerçevede not almak beni yordu ve bunu sürekli olarak yapmayı hatırlamak ise daha da yordu. O nedenle günlük tarzında, o günün/haftanın özetini aklıma estikçe yazabileceğim bir defter tutmanın daha iyisi olduğuna karar verdim. Kendimi ve günümü, ajandalarda olduğu gibi çeşitli sembollerle veya doldurulan kutucuklarla ifade etmek yerine, oradan buradan çıkardığım okları kullanarak serseri serbest stilimle yazmak daha benlik bir yöntem ;)

Bu aralar beni Tumblr'da bulabilirsiniz ^_^ Üstteki sosyal medya ikonlarına gitmeye üşenenler şuraya tıklayarak fangirllüğün dibine vurduğum tumblr hesabıma gidebilir ;)

Şubat ayını bu şekilde, CMBYN okuyarak ve Skam France izleyip Fransızca öğrenerek geçirdim. Siz bu ay neler yaptınız?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , ,

Aylık Rapor | Ocak 2019


Yepyeni bir yazı dizisiyle herkese merhaba :) Şu yazıda bahsettiğim gibi, her ayın sonunda o ay içinde yaptıklarımdan bahsedeceğim Aylık Rapor isimli yeni bir yazı dizisine başlıyorum. Okuduğum kitaplardan, izlediğim dizi ve filmlere; hatta hobilerime kadar farklı birçok alanla ilgili bilgiler vereceğim güncelleme tarzı bir yazı dizisi olacak. Lafı daha fazla uzatmadan bu ayın raporuna başlıyorum ^_^


"Yeni yıl, yeni ben" söyleyişini uygulamaya koyup hem blogda hem de blogun sosyal medya hesaplarında daha aktif olmayı amaçlamıştım, ama olmadı :D Instagram'daki hikayelerimden takip ediyorsanız boynuma kadar Call Me by Your Name'e battığımı, ruhen ve aklen otuz yıl öncesinin İtalya'sında kaldığımı biliyorsunuzdur. Bunun içinden çıkamıyorsam dibini görene kadar derine inmek, bana mantıklı gelen tek yol olduğu için de ocak ayının tamamını CMBYN kafasında geçirdim. Tumblr fangirllüğü ve sayfalarca süren fanfictionların içinde kaybolmakla dolu geçen bir ayın ardından, halen dibi göremediğimi düşünüyorum :D

Ocak ayını Call Me by Your Name'i okuyarak geçirdiğimi bilmek, şaşırtıcı gelmeyecektir. Şimdilik kağnı hızında okuyorum kitabı; audiobooku ve ebookunu da sayarsak bu, kitabı en az üçüncü okuyuşum. Neler olacağını bilerek okumak, ayrıntıları ve yapılan göndermeleri yakalayıp bunlara odaklanmamı kolaylaştırıyor ve kitaptan aldığım keyfi katlıyor; o sonu okumayı geciktirdiğimden değil yani...

Dizi ve filmlere geçmeden önce, CMBYN'in gazıyla İtalyanca'ya başladığımdan da kısaca bahsedeyim :D Bundan önce Skam Italia sağ olsun, orası da beni biraz gaza getirmişti ki üniversiteye başladığım zamanlarda da bir İtalyanca sevgisi vardı içimde. Tüm bunlar arka arkaya gelince, aldım defteri ve kalemi elime... Halk eğitime gitmeyi düşünmüştüm ama yaşadığım ilçede İtalyanca kursu olmadığını gördüm; ben de çeşitli sitelerden, videolar eşliğinde öğrenmeye başladım. Şimdilik selamlaşmalar, sayılar, günler vs. şeklinde ilerliyorum; yavaş bir şekilde, gidebildiğim kadar gideceğim bakalım... Bir yandan da yazın başladığım İspanyolca'ya devam etmeyi düşündüm ama bu iki dildeki benzerlik, beni korkuttu; kelimelerini karıştırırım filan, İspanyolca şimdilik kalsın... Bir de Skam France'in etkisiyle Fransızca'ya ucundan bakmayı düşünmüştüm, fakat sadece bakıp çıktım :D



Skam demişken... Ocak ayında, izlemeye fırsat bulamadığım bir diğer Skam versiyonuna, Druck'a baktım. Karakterleri ve konuşma tarzlarını pek beğenmediğim için bu versiyonu izlemeyi düşünmüyordum; ama Skam France'in yeni sezonunu beklerken izleyecek başka bir şey bulamadım. Şimdi ise diziye bayılıyorum; özellikle de karakter gelişimlerine ve senaryonun bazı yönleriyle Skam'dan farklılaştırılmasına hayranım. Druck dışında Skam France'in yeni sezonunu takip ediyorum ve bu sezon hakkında söylemek istediğim o kadar çok şey var ki... Başlarsam kendimi durduramam diye bu konuya hiç girmiyorum :D Onun yerine, bu ay izlediğim diğer dizilere, Sex Education ve Alias Grace'e geçeyim ^_^

Sex Education'a Asa Butterfield ve Gillian Anderson için başlamıştım. Değindiği noktalarla cinsellik ve cinsel eğitim üstüne insanı düşündürse de, bunların işleniş tarzıyla çerezlik olarak tabir edilen diziler kategorisine de giren bir dizi bence. Oyuncularla ilgili ufak birkaç şey de söylemek istiyorum. Birincisi, Asa ne kadar da büyümüş öyle... İkincisi, Emma Mackey'nin Margot Robbie'yle olan benzerliği beni her seferinde hazırlıksız yakalıyor. Son olarak, biricik Scullyciğimin oyunculuğu her zamanki gibi müthiş!

Alias Grace'i ise soluksuz bir şekilde, tek oturuşta izledim. Hikayenin yavaşça, detayların bölümlere yedirilerek anlatılmasıyla o gerilim insanın içine kadar hissettiriliyor. Senaryonun beklenmedik biçimlerde yön alması ve o muğlak sonu da diziyi özgünleştiren etmenlerden bence... Dönem dizilerini seviyorsanız bakmanızı tavsiye ederim ki Alias Grace 6 bölümlük bir mini-dizi, tek seferde kolayca bitirilebilir. Bir de, dizinin kitaptan uyarlama olduğunu belirteyim. Kitabını da elimdekilerin bir kısmını bitirdikten sonra edinmeyi düşünüyorum.


2018'in son haftalarında resme merak salmıştım. İlk projem için de Sherlock'un oturma odasındaki Mr. Blue Skull tablosunu seçmiştim. Sonunda o resmi geçen hafta bitirdim. Aslında istesem birkaç günde bitirilebilecek bir projeydi; ama amacım resmi bitirmek değil, resim yapmaktan zevk almaktı. O nedenle bu süreyi bayağı bir uzattım ben ;) Ortaya çıkan eser de fena olmadı sanki... Sıradaki proje için içimdeki art deco sevdasına ses verdim, White Collar'da Neal'ın yaptığı Chrysler Binası'nı yapmayı düşünüyorum. Resmin çizimini halletim gibi; ama çizgiler o kadar karmaşık ki tuvale her şeyi aktarıp aktarmadığımdan emin değilim. Bundan her an vazgeçip başka bir şey de yapabilirim :D Bu arada resmi aktarırken kareleme yöntemini kullanıyorum ben; çizim becerim, serbest çizebileceğim kadar iyi değil...




Film konusunda ocak ayını bayağı iyi geçirdiğimi düşünüyorum. Her birinden bahsedip yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. Genel olarak izlediğim filmleri beğendiğim bir ay geçirdim. Favorilerimin The Spy Who Dumped Me ile Juliet, Naked olduğunu da ekleyip bu yazıyı sonlandırıyorum :)

Kapanışı yapmadan önce, ufak bir haberi de paylaşmak istiyorum. Bir süredir blogun temasını baştan aşağı değiştirmeyi düşünüyorum. Daha minimal ve sade bir tasarımın hakim olduğu, bazı özelliklerini de buna göre düzenleyeceğim yeni bir tema arayışındayım. Bir gün buraları değişmiş görürseniz, şaşırmayın diye şimdiden haber edeyim dedim ^_^

Ocak ayı benim için böyle; CMBYN ve Skam versiyonlarına gömülüp bolca film izleyerek, kalan zamanlarımda ise resim yapıp İtalyanca öğrenmeye çalışarak geçti. Siz bu ay neler yaptınız?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , ,

Ne(ler) Yapıyorum | 13


Herkese merhaba :) Bayağıdır böyle, güncelleme tarzı yazılar paylaşamıyordum yoğunluktan. Şimdilerde programım biraz daha serbest olduğu için rahatlıkla kitap okuyabiliyor, blogum üstüne düşünebiliyorum.

Bu aralar CMBYN'e takmış durumdayım. Kitabını okuyorum hala, zaman zaman da audiobookunu açıp cümleleri bir yandan dinleyip bir yandan kitaptan takip ediyorum. Bazen filmden sevdiğim sahneleri bulup izliyorum, kitabıyla karşılaştırıyorum bunları. Bazen de fanfictionlarına bakıp yazılan o son dışında, okuduğum herhangi bir sonu zihnime kabul ettirmeye çalışıyorum filan... Henüz takıntı seviyesine gelmedim; lakin şuncacık kaldı, hissediyorum :D Başka türlerde diziler izlediğim, kitaplar keşfettiğim zamanlar da oldu; ama ocak ayını CMBYN'in yörüngesinde geçiriyorum genelde :D

Gelelim yazının asıl amacına... Bu yazı, belki de son Ne(ler) Yapıyorum yazısı olabilir. Çünkü, yaptıklarımı aylık olarak paylaşacağım Aylık Rapor isimli yeni bir yazı dizisine başlama kararı aldım ^_^

Aylık Rapor ile bu yazıları belli bir düzene oturtmayı amaçlıyorum. Bu, her ayın sonunda o ay okuduğum kitaplardan ve izlediğim yapımlardan bahsedeceğim güzel bir yazı dizisi olacak umarım. Hatta kitap, dizi, film üçlüsünün yanında o ay içinde yaptığım diğer uğraşlarımdan da bahsetmek istiyorum ki şu sıralar, resimden dil öğrenmeye birçok farklı alanla ciddi olarak ilgilenmeye başladım. Bunları da dahil edeceğim, aylık güncelleme yazısı gibi bir şeye başlayacağım yani :)

Bu ay ne(ler) okudum yazı dizisini de buna dahil etmiş olacağım, zira böyle yazılara uzun zamandır yer vermiyordum; bunu da canlandırmış olacağım. Bazı ayları hiç kitap bitirmeden geçirdiğim için de yazı dizisinde aksamalar meydana gelebiliyordu. Sadece kitapların olmadığı, başka ilgi alanlarını da içeren bir yazı dizisini kaleme almak en iyisi gibi görünüyor :) Ay içinde yaptıklarımı not etmenin yanında, bu sayede bloga düzenli olarak yazı girmiş de olacağım. Hatta belki yaptıklarım, başkalarına ilham olur; benzer hobilere yönelmenizi sağlarım. Kazan-kazan durumu, anlayacağınız...


Bu yeni yazı dizisine 2019'un ilk ayında başlıyorum. Ayrıca, bu ocak ayında ajanda tutmaya da başladım ;) Hayatımdaki bu yenilikten bahsetmem lazım zira ben genelde kafasına göre takılan, hevesi geçince işi yarım bırakabilen, çoğu şeyi aklında tutarak hayatına devam eden biriyim. Kafama esince sayfalar dolusu yazabiliyorum; günlük yazmak, düzenli olarak not almak pek bana göre değil yani... Ama ajanda tutarak bunu değiştirmeyi amaçlıyorum ^_^ Aslında, bullet journal fikrini daha çok beğenmiştim ve önce buna başlamak istemiştim. Uygun fiyatlı noktalı defterlerin yokluğu ve sonrasında üstüme çöken üşengeçlik ile hazır bir ajandanın bana daha uygun olduğuna karar verdim. Le Color'ın bu, yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz ajandasını beğendim ve kullanmaya başladım. Boyutu benim çok hoşuma gitti; bir de, içeriğinin çoğunu muğlak bırakmalarını sevdim. Yıllık takvim sayfası ile haftalık olarak ayrılan bölümleri dışında, ajandanın devamında noktalı sayfalar bulunuyor. Kalanını istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Ben ajandamı hobilerimi takip etmek, okuduğum ve izlediğim eserleri not almak için kullanmayı amaçlıyorum. Artık bu da beni belli bir düzene oturtmazsa, hiçbir şey oturtamaz!


post signature
Paylaş:
Devamını Oku