, , , ,

2015 Yılının En İyileri!


2015'in son gününden herkese merhaba :) Şimdiden herkesin yeni yılını kutluyorum. Umarım bu yıl muhteşem geçer; tüm dileklerinizin gerçekleştiği bir yıl olur ^_^ Bugünü, klasikleşmiş En İyiler yazısına ayırdım. Bu yıl okuduğum en iyi kitapları, izlediğim en iyi dizi ve filmleri sıraladım.

Okuduğum En İyi 5 Kitap

Bu yıl gerçekten de çok iyi kitaplar okudum. Arasından beş tane seçmek çok zordu; listelemek ise ayrı bir işkenceydi benim için... Bu yüzden seçtiklerimi başarı veya sevme sırasına göre değil de okuduğum sıraya göre listeledim :)



Benim için 2015'in ilk kitabıydı, Locke Lamora'nın Yalanları. Bu senenin kitaplar açısından muhteşem geçeceğinin sinyallerini veren kitaptı, diyorum ben :D Canlı betimlemeleriyle, yaratılan gerçekçi dünyayla ve yüksek aksiyonuyla bu sene okuduğum en iyi kitaplardan biriydi; hatta en iyisi bile olabilir çünkü Locke Lamora'yla tanışmamı sağlayan kitaptı :)



Kapağıyla ilgimi çeken, konusuyla merakımı arttıran Marslı da bu sene okuduğum en iyi kitaplar listesinde... Hem basımını hem de içeriğini beğendiğim ender kitaplardan. Uzay ve mizah harmanlanıp akıcı bir şekilde sunulmuştu. Bir de favori karakterlerimden biri olan Mark var, tabii ;)



Kitap beni öyle bir içine çekmişti ki... Yaratılan dünyanın ayrıntıları, kurgunun sürükleyiciliği, şaşırtıcılığı ve daha sayamayacağım bir milyon nedenden dolayı Kızıl Yükseliş, en iyiler listemde :) Ama özellikle, aşktan çok savaş ve stratejilere ağırlık verişini seviyorum bu kitabın ^_^



11 Doktor 11 Öykü'yü, Doctor Who fanı olup da sevmeyen yoktur herhalde :D En iyiler listeme girmesinin en büyük nedeni ise dizinin kitaba çok iyi yansıtıldığını düşünüyor olmam. Her bir hikayenin işlediği Doktor ile tutarlı ve uyumlu olmasının yanında, hikayelerde sevdiğim yazarların üslubunun tadını almak, onlardan parçalar görmek güzeldi ^_^



2015'te okuyup bitirdiğim son kitap, Amerikan Tanrıları'ydı ve o da listeme girdi :) Kurgusunu karışık bulsam da Gaiman'ın üslubunun düzeltemeyeceği hiçbir şey yok, bence :D Kitabın basımı da içeriği kadar göz kamaştırıcı olunca, neden en iyiler listemde bulunduğu az çok anlaşılıyordur sanırım ;)


İzlediğim En İyi 5 Dizi

Bu sefer de listeye, sadece bu sene izlemeye başladığım dizileri koydum. Bu sene başladığım dizilerin çoğunu severek takip ettiğim veya bitirdiğim için seçim yaparken bu kategoride de zorlandım. Ayrıca bu sene bana dizi açısından bir İngiliz rüzgarı esmiş, sanki :D



Bu yıl izlediğim en iyi dizi tartışmasız Black Books'tu. Karakterleri özgün, oyuncuları müthiş, senaryosu başarılı olan bu dizinin her bir ögesine bayıldım. Bir dizinin her bölümü mü muhteşem olur, yahu... Mizah gerçekten de çok iyi kullanılmış; gülmekten yanaklarımı ağrıtan bir başka dizi daha yok. Herkesin izlemesi gereken efsane diziler listesinde ilk ona girer, diye düşünüyorum :)



In The Flesh'in listemde neden bu kadar yüksekte olduğu çok açık; zombi temasının dramla başarılı bir şekilde birleştirilip ortaya harika ötesi bir dizi çıkarılması... Bunun dışında, klasik zombi yapımlarından farklı olarak olaylara bir zombinin gözünden bakılması yani bakış açısının değişmesi ve kurgulanan geleceğin eşi benzerinin olmaması da diziyi böylesine özgün yapan ve listeme girmesini sağlayan özelliklerinden.



Beklentimin fazlasıyla üstünde çıkan dizilerden biriydi. Konusu ilginç, karakterleri gerçeğe çok yakın ve tüm bunlar müthiş bir mizahla bir araya getiriliyor. Dizideki olaylar 90'ların sonlarında geçtiğinden, 90'lar çocukları veya gençleri için bunun üstüne bir de nostalji ekleniyor; yani MMFD, tadından yenmiyor :) Dizide geçen şarkıların efsaneliğine ise hiç girmeyeceğim ;)



Introsu, oyuncuları, senaryosu, kostümleri, kısacası her şeyiyle 2015'te bayılarak izlediğim dizilerdendi. Çizgi romanıyla çoğunlukla paralel gittiği için, çizgi romanının takipçilerinin de diziyi sevdiğini düşünüyorum. Daredevil'ın gerek Marvel'ın gerekse DC'nin süper kahramanlarına dayandırılan en iyi dizilerden biri olduğunu düşünüyorum.



Zekice yazılan senaryoları, başarılı oyuncuları, dönemi yansıtan kostüm ve dekorlarıyla büyük beğeniyle izlediğim dizilerden biriydi. Yani, listede yine bir İngiliz harikası yapım var ^_^ Endeavour'da en çok senaryonun işlenişi hoşuma gitmişti; bölüm başında gösterilen birbirinden bağımsızmış gibi görünen sahnelerin bölüm ilerledikçe birbirine bağlanması ve sonunda her şeyin yerine oturtulması ilginç gelmişti bana. 2015'te izlediğim en iyi polisiyeydi, bence :)


İzlediğim En İyi 5 Film



İşlediği konu bakımından düşündüren senaryosu ve az ama öz oyuncularıyla izlediğim en iyi filmlerden biriydi. Yapay zekanın işlenişi, bunun getirdiği etik ve ahlaki sorunların irdelenişi gerçekten de müthişti. Şaşırtıcılığının yüksek olduğunu da unutmadan ekleyeyim. Ex Machina'nın, barındırdığı tartışmaların anlaşılması ve özümsenmesi için tekrar tekrar izlenmesi gereken filmlerden biri olduğunu düşünüyorum :)



Film, bir Eddie Redmayne harikası ^_^ Kendisinin role bürünmediğini, onu resmen yaşadığını görüyorum, hem de oynadığı her filmde. The Theory of Everything'de o kadar güzel bir Stephen Hawking olmuştu ki... Her bir jesti, mimiği, hareketi bunu gösteriyor. Ayrıca, kullanılan kostüm ve dekorlar da döneme uygundu. Tek kelimeyle muhteşem bir yapımdı.



The Imitation Game ise bir Benedict Cumberbatch harikasıydı :D Kendisinin oyunculuk yeteneğini bildiğimiz için bu konuda ayrıntıya girmeyeceğim; ama şunu söyleyebilirim ki, bu filmde kendisini bayağı bir aşmıştı. Özellikle duygusal çalkantılarını izlerken kendimden geçtim, izlediğim gerçekten de inanılmaz bir oyunculuktu. Yan karakterlere hayat veren oyuncular da çok başarılıydı. Kostüm ve dekoru da aynı şekilde, başarılı bulmuştum.



Bu yıl izlediğim en iyi animasyondu, diyebilirim. Animasyon gösteriminin arka planında işlenen felsefi ve psikolojik tartışmalar ile özgün kurgusu, filmi böylesine başarılı yapan etmenlerin başında geliyor. Daha da ayrıntıya inmek gerekirse, kafamızın içinde yaşayan duygular fikrini çok yaratıcı bulmuştum. Inside Out sadece çocuklara değil, yetişkinlere de hitap edebilen biraz duygusal biraz da aksiyonlu harika bir yapımdı ^_^



Konu bakımından diğer Jurassic Park filmlerinden geride olduğunu düşünsem de iyi ayarlanmış aksiyonu, gerçekçi efektleri ve başarılı oyuncularıyla bu yıl izlediğim en iyi filmlerden biriydi. Özellikle Chris Pratt'i izlemek çok zevkliydi; kendi şapşallığını katarak, filmi farklı bir havaya sokmuştu. Efektleri ise çok iyiydi; Jurassic World'ü 3D olarak sinemada izleseydim, daha çok zevk alırdım diye düşünüyorum.


post signature
Paylaş:
Devamını Oku
,

Bu ay ne(ler) okudum (Aralık/2015)


Geçen ay vizeler sonrası kendimi toparlayamayınca aynı anda birden fazla kitap okumaya karar vermiştim. Bunu aralıkta da devam ettirdim ve bu yüzden, şu anda yarıladığım çok kitap var. Aslında, birine ağırlık versem kitapları tek tek bitirebilirdim. Fakat şu anda okuduğum 5 kitap da muhteşem ötesi olduğu için, 2015 yılının en iyileri listesini hazırlarken kararsızlıktan kafayı yemek istemiyorum ki bu 5 kitap olmadan da yeterince kararsızlık yaşıyorum ben :/ Bir kurnazlık yapıp bu kitaplardan az az okuyup hepsini bitirmeyi 2016'ya bırakmaya karar verince, aralık ayını bir kitapla kapatmış bulundum :D


Amerikan Tanrıları, hem basımı hem de içeriğiyle beni kendine hayran bırakan bir kitaptı. Kurgusu biraz karmaşık olsa da muhteşem bir şekilde kurgulanmıştı. Gaiman'ın masalsı ama karanlık üslubunu zaten seviyorum, ama bu seferki bambaşka bir şeydi. Sadece, Gaiman'ın biraz daha ayrıntıya inmesini isterdim. Böylece kitabı daha rahat okuyabilir; kurgunun içinde daha kolay kaybolabilirdim. Ama kitabı, bu haliyle de favorilerim arasında sayıyorum :)

Aralık ayında sizler hangi kitabı/kitapları okudunuz?

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , , ,

Yorum: Neil Gaiman - Amerikan Tanrıları

Tür: Fantastik, Macera, Mitoloji, Yetişkin
Goodreads Puanı: 4,10 (380.825 oy)
Orijinal Adı: American Gods
Yayınevi: İthaki Yayınları
Çeviri: Niran Elçi
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 712
AMERİKAN TANRILARI GERİ DÖNDÜ!

Yayımlandığı anda çoksatan listelerine giren, Hugo, Nebula, Locus, Bram Stoker ve SFX gibi ödülleri kazanarak zoru başaran Amerikan Tanrıları, bu kez yazarın tercih ettiği metinle karşınızda.

Kitabın onuncu yılı için hazırlanan bu özel çalışma, sadece yeni önsöz ve sonsözlerle değil, metne yapılan eklemelerle de genişletildi ve Neil Gaiman’ın hayal gücünü gözler önüne seren bu başyapıtın benzersiz bir edisyonu ortaya çıktı.

Gölge son üç yılını hapishanede geçirmiştir ve tahliyesine iki gün kala karısının ölüm haberini alır. Cenazeye katılmak için uçağa biner. Yanına en masum tanımla “esrarengiz” denilebilecek Bay Çarşamba oturur. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Benim için 2015'in son kitabı, basımıyla olduğu kadar içeriğiyle de beni benden alan Amerikan Tanrıları oldu. Kitabı almayı hep ertelemiş, ardından tükenmesi nedeniyle bir türlü edinememiştim. İthaki Yayınları geçtiğimiz ay, kitabı onuncu yılına yakışır bir edisyonla yeniden bastı ve ben de çok beklemeden kitabı aldım :)

Neil Gaiman bu sefer okuması zor bir kurgu çıkarmış ortaya. Hem karakterlerin bol olması hem de olay örgüsünün karmaşık olması nedeniyle, olayları takip ederken çok zorlandım. O anki tüm dikkatimi kitaba vermem gerekti. Ayrıca, kitapta geçen tanrıların isimleri olay örgüsü içinde doğrudan verilmemişti. Bazı özelliklerinden ve tasvirlerinden kim olduklarını çıkarmak biz okuyuculara düşüyordu. Kurgu daha basit olsaydı, böyle bir eylemi eğlenerek yerine getirebilirdim. Fakat ayrıntılı ve karışık bir kurguya karakterlerin belirsizliği ve çokluğu da eklenince, kitabı okumak benim için bayağı zor oldu.

Kurgu karışık olduğu için, kitabı bitirdikten sonra üzerinde düşünülmesi taraftarıyım. Şahsen ben, kitabın üzerinde düşündükten sonra birçok şeyi kavrayabildim. Kendimi kurgudaki olaylara kaptırmışken Gaiman'ın arka planda neleri planladığını görmek zordu. Ama kitap bittikten sonra üzerinde düşününce ve çeşitli mitolojiler üzerinde minik bir araştırma yapınca birçok olayı anladığımı düşünüyorum :) Kitabın arkasında bulunan tanrı listesinin de faydası olduğunu eklemeden geçemeyeceğim ;) Ben bu listeyi ancak kitabı bitirdikten sonra fark edebildim; listedeki çoğu bilgiye hakim olsam da bazı mitolojik karakterleri daha önce hiç duymamıştım. Bu liste, böyle karakterleri anlamam ve kurgudaki yerlerine koyabilmem için anahtar ögelerdendi. Bu yüzden tavsiyem, kitabı okurken takıldığınız yerlerde bu kısma bakmanız. Çeşitli halkların mitolojileri hakkında derin bilgileriniz yoksa bu kısım, işinize çok yarayacaktır. Listenin biraz spoiler içerdiğini düşünüyorum; çünkü kurgu, mitolojiyle paralellik gösteriyor. Fakat kurguyu etkin bir şekilde takip etmek için bu fedakarlığı yapmak gerekiyor, bence :)


Kitapta çok fazla karakter olsa da her birinin kendilerine özgü özelliklerinin, birer kişiliklerinin olduğu görülüyor. Bunlar, tekrara düşülmeden başarıyla yazıya dökülmüş. Gaiman, kurgunun arka planının sağlam olduğunu hissettirse de karakterlerin geçmişlerine biraz daha yer verseydi, bence daha iyi olabilirdi. Bazı bölüm aralarında birkaç tanrının geçmişte neler yaptığı, nelere neden olduğu bahsedilse de bunlar bana yeterli gelmedi açıkçası. Kurguda önemli yerleri olan tanrıların geçmişlerine biraz daha fazla yer verilseydi, tanrıları anlatılanlardan tahmin etmek çok daha kolaylaşacaktı. Bu da, kitabı zorlanmadan okumayı sağlayacaktı diye düşünüyorum.

Mitolojik tanrıları ve aramızda yürüme fikrini içeren birçok kitapla karşılaşmıştım. Ama kitabın on küsur yıl önce yazıldığını göz önüne alırsak, o dönemlerde bu fikri işleyen bir kitap gördüğümü hatırlamıyorum. Bu yüzden, kitabın konusunu orijinal bulduğumu söyleyebilirim. Bu orijinal kurguya ek olarak, Gaiman'ın çeşitli olguları kendine has mizahı ile irdeleyişi de kitabın sevdiğim özelliklerinin başında geliyor.

Neil Gaiman'ın üslubuna bayıldığım, herkesçe bilinen bir gerçek. Gaiman'ın gerçek ve kurguyu bir araya getirişi, masalsı anlatımına eşlik eden o karanlık hava, sınırsız hayal gücü... Daha birçok özelliğiyle üslubuna hayran kalmamak elde değil! Amerikan Tanrıları, Gaiman'ın üslubunun tüm bu özelliklerini taşımasına ek olarak yazarın diğer kitaplarına kıyasla daha çok yetişkinlere hitap ediyor. Fakat bu, Gaiman'ın sihrini kaybettiği anlamına gelmesin; üslubu ve hayal gücü zirveye hiç olmadığı kadar yaklaşmış durumda. Sanırım bu yüzden Amerikan Tanrıları, yazarın en iyi eseri olarak görülüyor.


Kitabın basımı, en az içeriği kadar muhteşem ^_^ Her seferinde İthaki Yayınları kendini aşmış diyorum, ama bu seferki gerçekten de bir dünya harikası... Amerikan Tanrıları sert kapaklı ve şömizli. Kitabın şömizi mat fakat hafif bir parlaklık da içeriyor. Şömizdeki kapak resimleri etkileyici; ayrıca Gaiman ve kitap için de belirli bir anlamı olan resimler, bunlar. Kitabın kapağında ise ayrıntılı, siyah beyaz bir çizim yer alıyor. İç basım da dışı gibi kaliteli... Metne, Neil Gaiman tarafından yazılan önsöz ve sonsöz eşlik ediyor. Ayrıca kitapta önceki basımlarda çıkartılan bir bölüm, Gaiman'la Amerikan Tanrıları üzerine yapılan bir söyleşi ve tanrıların olduğu bir listeyi içeren ek de bulunuyor. Herhangi bir basım ve çeviri hatasına denk gelmediğim için çeviri ve basımı da başarılı buldum. Kısacası bu edisyon, özellikle Neil Gaiman fanıysanız kitaplığınızda mutlaka bulunmalı!

Amerikan Tanrıları, Neil Gaiman'ın okuduğum en iyi kitaplarından biriydi. Kitabın kurgusu karmaşık olabilir fakat ustaca kurgulandığını itiraf etmeliyim. Ayrıca konusunu orijinal, karakterlerini de sağlam buldum. Tüm bunlar Gaiman'ın o destansı ve biraz da karanlık anlatımıyla buluşunca, kitabın neden Gaiman'ın başyapıtı olarak kabul edildiği anlaşılıyor. Gerek basımıyla gerekse içeriğiyle göz dolduran bu eseri herkesin okuması gerektiğini düşünüyorum :)



İnsanlar inanır, diye düşündü Gölge. İnsanların yaptığı budur. İnanırlar. Sonra da inançlarının sorumluluğunu almazlar; bir şeyler yaratırlar ve yarattıklarına güvenmezler. İnsanlar karanlığı doldurur; hayaletlerle, tanrılarla, elektronlarla, hikayelerle. İnsanlar hayal eder ve insanlar inanır, kibir şeyleri olduran da o inançtır, kaya kadar sağlam o inanç.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , ,

Yorum: H.G. Wells - Zaman Makinesi

Tür: Bilim Kurgu, Klasik, Macera
Goodreads Puanı: 3,84 (239.220 oy)
Orijinal Adı: The Time Machine
Yayınevi: İthaki Yayınları
Çeviri: Volkan Gürses
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 121
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında İngiltere'de bir bilim adamı akşam yemeğine çağırdığı konuklarına zaman makinesi olduğunu iddia ettiği bir aygıtı gösterir. Saygıdeğer konukları ona inanmayı reddeder, ancak bir hafta sonra tekrar evinde toplandıklarında onu bitkin, sefil ve perişan bir halde bulurlar. 802701 yılında, bir zamanlar Londra'nın bulunduğu noktada tanık olduğu yaşamı anlatır onlara. Geleceğe yolculuk etmiş, geleceğin ırkıyla tanışmıştır; birer peri kadar hoş, meyveyle beslenen, yaşamlarını neşeli bir tembellik içinde geçiren sevimle torunlarımızla...

Ancak insanın evriminin tek sonucu, dünyayı miras alan tek tür onlar değildir. Yeni Aden'in altındaki tünellerde yaşayan başka bir canlı türü daha vardır.

Bilim kurgu serüvenini başlatan ilk ve en görkemli adımlardan biri olan bu klasik romanda H.G. Wells, insanoğlunun hiç eskimeyecek zaman yolculuğu düşünden yola çıkarak yaşam biçimlerimizin evrildiği yönü sorguluyor.
Zaman Makinesi, alınacaklar listemde alınmayı bekleyen en eski kitaplardan biriydi. Küçük yaşlarda Jules Verne sayesinde bilim kurguyla tanıştıktan sonra, bu tür hakkında araştırmalar yapmış ve Wells'in adıyla karşılaşmıştım. Kendisini ve bilim kurguya yaptığı inanılmaz katkıları öğrenmiş, yazdığı kitapları ama özellikle de Zaman Makinesi'ni çok merak etmiştim. Araya başka kitaplar, başka ilgiler girse de H.G. Wells'in kitaplarını okumak, aklımın bir köşesinde hep vardı.Geçtiğimiz aylarda bu uzun soluklu isteğimi yerine getirmiş bulundum; Zaman Makinesi'ni edindim. Kitabı bir ay gibi uzun bir süreye yayarak okuyup bitirdim.

Öncelikle, kitaba başlarken, konusu hakkında çok az şey bildiğimi söylemeliyim. Bir adamın zaman makinesi inşa ederek geleceğe gidişinin işlendiğini biliyordum, sadece. Ne Wells'in üslubuna aşinaydım ne de kurgu hakkında bilgim vardı. Bu yüzden boşlukları, daha kitabı okumadan kendim doldurdum ve büyük bir hata ettim. Zaman Makinesi'nde işlenen gelecekte teknolojinin en üst seviyeye ulaştığıyla ilgili ya da en azından günümüz dünyasıyla bağlantılı bazı örnekler görmeyi bekliyordum. Çünkü şu ana kadar okuduğumuz/izlediğimiz bilim kurgularda gelecek, genellikle teknolojiyle iç içe geçmiş bir biçimde sunuluyor; bu kurgularda insanlığın her zaman daha gelişmiş, daha iyi bir geleceğe doğru yol aldığını görüyoruz ve öyle düşünüyoruz. Ama H.G. Wells, en azından benim aklımdaki bu imajı silerek farklı bir bakış açısı kazandırdı bana. Kendisinin üslubundan bahsederken bu konuyu bayağı bir açacağım ama şimdilik, kitabın günümüzden 120 yıl önce yazıldığını da düşünecek olursak, böyle bir bakış açısına hayran olmamak elde değil, diyorum.

H.G. Wells'in üslubu, okuduğum diğer bilim kurgu yazarlarından çok farklı. Öncelikle kendisi, bu konuda yazan diğer yazarlardan farklı olarak çok uzak bir geleceği işlemiş; bundan bir yüz veya bin yıl sonrasını değil, 800.000 küsur yıl sonrayı kaleme almış. Bunu teknolojiden ziyade toplumsal yapıları odağına alan, his ve duygulara daha çok yer veren, bu yüzden de betimlemesi bol, süslü bir anlatımla yapmış.

Farklı olduğu bir diğer nokta ise geleceğe hangi açıdan bakıp yorumladığıydı. WellsZaman Makinesi'nde doğanın üstün olduğu bir gelecek çizmiş; teknolojik gelişmelerin olabileceğini tahmin etse de sonunda, doğanın ipleri eline aldığı ve insanlığın eski ilkel yaşamına döndüğü bir gelecek yazmış. Böyle bir gelecekte evrimden kaynaklı sınıf yapıları gibi sosyal konuları, okuyucuyu düşündürerek işlemiş. Bu üslup, alışkın olduğum o aksiyon dolu, teknolojik gelecek senaryolarından çok farklı olduğu için başta beni biraz çarptı ki ben bu incecik kitabı bir günde sadece yolda okuyarak bitiririm diyordum; ama araya vizeler, başka kitaplar vs. de girince bir ay gibi uzun bir süreye yaymak durumunda kaldım. Vizelerim olmasaydı bile böyle bir kitabı aralıksız okuyarak kısa bir sürede bitiremezdim, sanırım. Wells'in kurguladığı gelecek, bol betimleme ve tartışma içeren, üzerinde düşünmeyi gerektiren türden. Bu yüzden kitabın uzun bir zamana yayılarak okunmasını tavsiye ederim.


Yakın zamanlarda aynı türe ait eserleri verdikleri için Zaman Makinesi'ni okurken sıklıkla Wells'in üslubunu Verne'inkiyle karşılaştırırken buldum kendimi. Verne'deki o çılgın bilim adamı/mucit havasını Wells'de hissetmedim; Verne'in daha maceraperest ve heyecanlı; Wells'in daha ağır ve düşündürücü bir üslubu olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca Verne, kurgusunda teknolojiye daha çok yer verirken Wells, sosyal ve toplumsal konulara ağırlık veriyor. Bu yüzden Verne'in hayal gücüne, Wells'in ise bakış açısına ve yorumlarına hayranım.

Kitabın basımından da bahsedeyim. Kapağın sade ve etkileyici; basım kalitesinin ise yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu basımda sadece kitabın metni bulunmuyor; Wells'in, üslubunu ve Zaman Makinesi'ni Wells'i baz alarak açıklayan, yorumlayan bir önsöz ile kısacık bir sonsöz de bulunuyor. Özellikle önsözü okumadan kitabı kitaplığınızdaki rafa kaldırmamanızı öneririm. Ben, önce önsözü okumuş ardından metne başlamıştım. Ama tavisyem, kitabı bitirdikten sonra önsözü okumanız. Metne hakim değilseniz veya metni daha önce okumadıysanız, bu önsöz kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Ayrıca, önsöz birazcık spoiler içerdiği için de en son okumak daha mantıklı geliyor bana. Metni bitirdikten sonra önsözle birlikte kitabın, Wells'in ve yazıldığı dönemin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.

Zaman Makinesi, okuduğum en derin bilim kurgulardan biriydi. Düşündüğümden daha farklı bir kitapla karşılaşmış olsam da Wells, ortaya attığı fikirler ve bunları destekleme biçimiyle beni düşünmeye sevk etti ve kitabı sevmemi sağladı. Kitabın yazıldığı dönemi de göz önüne alınca Zaman Makinesi, favorilerim arasındaki yerini aldı. Bilim kurguya ilgi duyan her bireyin bu kitabı okuması gerektiğini düşünüyorum.



"İnsan hayatı," der Wells, "evrenin akışı içindeki bir girdap gibi, yanıltıcı bir şekilde sakindir; bilimse insanın karanlığa yaktığı bir kibrittir ve kibritin ateşi karanlığın sandığımızdan daha da karanlık olduğunu gösterir."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , ,

Yorum: Lynne Matson - Ada (Nil, #1)

Tür: Aşk, Genç-Yetişkin, Gizem
Goodreads Puanı: 3,91 (2.375 oy)
Orijinal Adı: Nil
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Çeviri: Bige Turan Zourbakis
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 440
Gizemli Nil Adası'nda kurallar belliydi. Bir yılınız vardı. Kaçmak ya da hayatta kalmak için tam 365 gün.

On yedi yaşındaki Charley kuralları bilmiyordu. Hatta nerede olduğundan bile haberi yoktu. Hatırladığı son şey sıcak hava ve kendinden geçtiğiydi. Uyandığındaysa kayalık bir arazide çırılçıplaktı.

Kaybolmuş ve yalnız hisseden Charley, adada uzun süre hiçbir insana rastlamamıştı, ta ki gençlerin lideri Thad ile karşılaşana kadar. Artık, adadan kaçmanın ne kadar zor olduğunu öğrenmişti... ve tabii bir de âşık olmanın. Thad'in zamanı doluyordu ve Charley, geleceklerini kurtarabilmek için önce Thad'i kurtarması gerektiğini fark etmişti. Ancak tehlikelerle dolu bu adada en büyük tehdit zamandı!

"Ada'yı bitirdiğimde tırnaklarım yenmiş, sinirlerim gerilmişti ve kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Nefesinizi kesecek kadar heyecan verici."
-Kasie West, Dönüm Noktası romanının yazarı

"Elinizden bırakamayacağınız, sayfaları ardı ardına çevireceğiniz bir hikâye!"
-Mary E. Pearson, Hayata Uyanmak romanının yazarı

"Gerilim dolu, güçlü bir çıkış romanı. Ada'nın sinematografik anlatımı ve tehlikelerle dolu doğası, Lost dizisi hayranlarına yepyeni bir bölüm gibi gelecek."
-Publishers Weekly

"On numara!"
-Voya (Starred Review)
Ada, kapağıyla ilgimi çeken kitaplardandı, konusu hakkında pek bir bilgim olmadan başladım kitaba ve başladıktan bir hafta sonra, geçtiğimiz ay bitirdim.

Öncelikle, kitabın kurgusunu pek sağlam bulmadığımı söylemeliyim. Her tür kitapta ama özellikle de gizem ve fantazyanın ağırlıkta olduğu kitaplarda kurgu, benim için önceliklidir. Kurgunun inşasının kitabın -özellikle de bu iki türe ait kitapların- kalitesini belirlediğini düşünüyorum. Ada ise, gizemin ön planda olduğu bir kitap. Kurgunun, bu gizemi bir ölçüde aydınlatması gerektiğini beklerdim. Adanın nasıl oluştuğu/oluşturulduğu, insanların oraya nasıl ve neden geldiği/getirildiği gibi birçok soru işareti, aklımdan hala silinmedi; cevaplanmayı bekliyor. Gerçi, kitabın sonlarına doğru bunlara bir açıklama gelir gibi oldu ama o da bir tahminden fazlası değildi. Cevapların mantık çerçevesinde, sağlam bir temele oturtulmuş olarak verilmesini beklemiştim ama bu konuda umduğumu bulamadım. Ada bir seriye ait olduğundan, umarım bu cevapları devam kitabında bulabiliriz.


Konu olarak kitabı çeşitli serilere benzetenler olmuştu, aslında ben de bu gruptanım :D Kitabı karakterler ve kurdukları düzen bakımından Labirent serisine, adanın sahip olduğu gizem itibariyle de Lost'a benzetiyorum ben. Ada'nın, bu iki seri gibi gizem ve merak unsurları oldukça yüksek. Ayrıca, kitap inanılmaz akıcı. Bu akıcılığın nedeni olarak, merak etmekten kaynaklanan bir okuma isteği olduğunu düşünsem de; aynı zamanda yazarın üslubundan kaynaklanan diyalog ve monologların fazla olmasının da akıcılığı bayağı etkilediğini düşünüyorum. Ama bu, akla betimlemelerin yetersiz olduğunu getirmesin. Şahsen ben, betimlemeleri yeterli düzeyde ve yoğunlukta buldum.

Kitabın basımı ise bir harika ^_^ Zaten son birkaç kitapta dikkat ediyorum da Yabancı Yayınları, basım kalitesini tavana çıkarmış durumda. Her kitaba özel iç tasarımlar yapmalar, kitabı ciltli çıkarmalar, deri cildin üzerine ayrıntılar eklemeler... Kitabın kapağı da orijinal olunca Ada, basım kalitesi konusunda benden tam puan aldı.

Ada'yı severek okudum; akıcılığı yüksek, betimlemeleri yerindeydi. Kitabın sadece kurgu yönünden zayıf olduğunu düşünüyorum zira var olan gizemin çözülüşü, bu gizemin ardında yatan nedenler beni tatmin etmedi. Kurgunun bir kitabın bel kemiği olduğunu düşündüğüm için, kurgusu sağlam olmayan kitaplara genelde ortalama bir puan veriyorum ki Ada'da olan da bu... Umarım serinin ikinci kitabında bu gizemlere ışık tutulur. Son olarak, Ada'yı genç-yetişkin türü sevenlere tavsiye ediyorum :)



Söz vermek hiçbir anlam ifade etmez, diye düşündüm. Şimdiki ana dair bir istektir, geleceğin gerçeği değildir.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, ,

Etkinlik: Pazar 6'lısı: En Tarz Kurgusal Karakterler


Yorum Cadısı'nın Instagram hesabı üzerinden her pazar bu etkinliğe katılıyorum. Ama bu haftanın konusunu bloga taşımaya karar verdim ^_^ Çünkü, maddelere açıklama yapmak için karakter yetmedi -_- Kendimi kaptırmış yazarken bir baktım, tuşlara bastığım halde yazı yazamıyorum. İlk defa Instagram sınırlamasına maruz kaldığım için hala biraz şaşkınım... Neyse, lafı daha fazla uzatmadan en tarz olduğunu düşündüğüm 6 kurgusal karakteri, açıklamalarıyla aşağıda listeliyorum :)

* Doktor | Her Doktor'un tarzını sevmesem de 8. Doktor'dan itibaren, özellikle giyim tarzının iyileştiğini görebiliyorum. Günün anlam ve önemine binaen de 12'nin kadife ceketini sevdiğimi söylemeden edemeyeceğim :D 12'nin ve diğerlerinin sevdiğim daha ne özellikleri var da, neyse... O konuya girersem, bitmez bu yazı -_-

* Lestat de Lioncourt | Beni bilen, Lestat hayranlığımı da bilir; o dalgalı sarı saçları, gri gözleri, keskin zekası, giyim zevki ve sayamayacağım daha birçok özelliğiyle okuduğum en tarz karakterlerden biri. Ayrıca, kendisi 18. yüzyılın aristokratlarından; bir de kötü adam ve vampir karizması var. Eh, daha ne olsun...

* Locke Lamora | Dış görünüş olarak öyle çok aman aman bir tip değil kendisi ama yüksek zekasıyla, özellikle de bukalemun gibi anında istediği karaktere bürünebilme becerisiyle kendine has bir karizması var. Mizahi yönü kuvvetli ve kendine oldukça güvenen biri. Sevdikleri için her şeyi yapmaya hazır oluşuyla çıtayı bir tık daha yükseltiyor ve listedeki yerini alıyor, canım benim ya ^_^

* Thranduil | Elf olmanın getirdiği bütün o güzellik ve karizmaya ek olarak hal ve tavırlarıyla en tarz karakterlerden biri olduğunu düşünüyorum. Kitapta o kadar tarz olmasa da pelerinini savuruşu olsun, tahtına oturup ben sizden üstünüm bakışları atışı olsun; Lee Pace'in karaktere mükemmel bir biçimde hayat verdiğini düşünüyorum. Bundan daha tarz bir elf varsa o da Galadriel'dir ki kendisinin özelliklerini saymakla bitiremeyeceğim; bir de Elrond var ama neyse, konuyu daha fazla dağıtmayayım :D

* Loki | Öncelikle, bu karakter için çizgi romanı değil de Marvel filmlerini göz önüne aldığımı bilmelisiniz. Açıklamayı da Tom Hiddleston deyip geçiyorum; çünkü Tom bir yandan Tom'un Loki'ye kattığı karizma bir yandan, her şeyi gayet güzel açıklıyor bence ;)

* Spike | Her ne kadar "TeamAngel" olsam da Spike’ın daha tarz olduğu, su götürmez bir gerçek. Özellikle de 70lerin sonlarındaki o punk rockçı tarzıyla beni benden almıştır, kendisi ^_^

Son olarak, işlediğim diğer Pazar 6'lısı konularına bakmak isteyenleri Yorum Cadısı'nın Instagram hesabına, yani buraya alayım ^_^

post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , ,

Yorum: Gilly Macmillan - Dokuz Gün

Tür: Gerilim, Gizem, Polisiye
Goodreads Puanı: 4,13 (570 oy)
Orijinal Adı: Burnt Paper Sky
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Çeviri: Murat Karlıdağ
Basım Yılı: 2015
Sayfa Sayısı: 496
Gözünü ondan bir an bile ayırma!

Rachel Jenner bir an için arkasına dönmüştü. Şimdi sekiz yaşındaki oğlu Ben kayıp. Peki ama o talihsiz öğleden sonra gerçekten ne olmuştu?

Kişisel sorunları ve kendisine sırtını dönen insanlar arasında kalan Rachel bir hata yapmıştı ve artık güvenebileceği kimse kalmamıştı. Ya insanlar Rachel'ın anlattıklarına güvenebilir miydi?

Saat ilerliyor, Ben'in şansı azalıyordu.

Peki, siz kimin tarafındasınız?

"Güçlü, sürükleyici ve herkesin fikrini dile getirebildiği bir forumun bulunduğu bu internet çağında neler yaşayabileceğimizi son derece etkileyici bir biçimde anlatan bir roman."
-Woman's Weekly
Dokuz Gün, tamamen sürpriz bir kitaptı benim için. Ne konusu hakkında bir bilgim vardı ne de kitabın yazarını daha önce duymuştum. Bu bilinmezliği devam ettirme kararı alıp konusunu üstünkörü okuyarak başlamıştım kitaba. Eksikliklerinin olduğunu düşünsem de kitabı genel olarak değerlendirdiğimde, başarılı bulduğumu söyleyebilirim.

Kitap, kayıp çocuğun annesi ile davanın başındaki polis memurunun gözünden anlatılıyor. Annenin bakış açısıyla içeride neler olup bittiğine tanık oluyoruz; polis memurunun anlatımıyla ise bu aileye dışarıdan bir yabancının gözüyle bakabiliyoruz. Polis memurunun bölümleri, dava sonrası katıldığı terapi seanslarının dökümü ile dava sırasında yaşadıklarından oluşuyor. Şöyle bir bakıldığında olay örgüsü biraz karmaşık gelebilir ama olayın içine bir kez girdiniz mi kişileri, hissettiklerini ve yaşadıklarını birbirine bağlamak o kadar da zor olmuyor.

Kurgunun içinde psikoloji ve psikolojiyle ilgili olgular, terimler, vs. olunca kitaba ama özellikle de terapinin olduğu bölümlere olan ilgimin arttığını söylesem, yalan söylemiş sayılmam :D Bu kısımların gerçekliğini ve doğruluğunu da bilgimin yettiği kadarıyla inceledim ve bayağı etkilendiğimi söylemeliyim. Bilhassa, polis memurunun değerlendirilme raporunda yer alan terapistin olaya bakış açısı ile duygu ve düşünceleri, terapistin bulunduğu durumu çok iyi yansıtıyordu. Aynı şekilde terapi seansları, terapistin bu seanslardaki davranışı, gözlem ve çıkarım becerisi gibi unsurlar da doğru ve uygun bir şekilde kurguya yedirilmişti. Kitabın değerlendirdiğim bu kısmı biraz ayrıntı olarak görülebilir; fakat eğitim gördüğüm alan bu olunca, kitaplarda karşılaştığım böyle yerleri incelemeden duramıyorum :) Ayrıca, kitapta doğruluğunun tartışmaya açık olduğu bir diğer konu olan çocuk kaçırma ve bu durumda yapılması gerekenler hakkında neredeyse hiçbir bilgim yok. Bu yüzden bu kısmın ne derece doğru bir şekilde işlendiğini değerlendiremiyorum; ben de terapi seanslarını ve karakterlerin psikolojik değerlendirmelerini uygunluk açısından değerlendirerek bu açığı bir nebze olsa kapatabileceğimi düşündüm ;) Kurgunun büyük bir çoğunluğunun gerçeğe dayandırıldığı bu tür kitaplarda gerçeğe uygunluk, anahtar unsur olmalı diye düşünüyorum. Bu yüzden de kitabın bir bölümünün gerçekle uygunluğunu değerlendirdiğimi ve bu kısmın benden tam puan alarak geçtiğini söyleyebilirim ^_^


Seanslar dışında, karakterlerin psikolojisinin de son derece gerçekçi bir şekilde yansıtıldığını söylemeden geçemeyeceğim. Toplumun anneyi suçlaması ve akabinde Rachel'ın hissettiği öfke ve çaresizlik; davadan sorumlu polis memuru olan Jim'in kendini ispat etme isteği ile çocukluğunda yaşadıkları ve bunların şimdiki hayatını nasıl etkilediği; insanların internetin sağladığı perdenin arkasına saklanarak dilediğini söylemesi ve bunun sonuçları; toplumun günah keçisi üretme psikolojisi gibi unsurlar geçekçi bir biçimde işlenmişti.

Kitabın gerçeğe uygunluğunu başarılı bulsam da kurguyla tam olarak birleştirilemediğini düşünüyorum. Kurgu, kayıp çocuğun bulunma anına kadar geçen zamanda olanları işliyordu ve bunlar, çeşitli alanlardaki bilgilerle güçlü bir şekilde destekleniyordu. Ama bu bilgiler sadece yer aldığı bölümlere güzelce yedirilmişti; genel olarak baktığımda bu kısımların kurguyla tam olarak bütünleştirilmediğini görüyorum. Polis memurunun terapi seansları ve günleri ifade eden bölümlerin başında verilen kayıp çocuklarla ilgili bilgiler saf gerçekçilik içerirken; çocuğu kaybolduktan sonra annenin yaşadıkları ve polisin araştırmaları ise kurgulanmış gibiydi. Bunların harmanlanıp bir bütün olarak sunulmadığını düşünüyorum, şahsen. Bir bölümde kendimi kayıp çocuklarla ilgili bir el kitabını veya bir danışanın vaka örneğini incelerken; bir bölümde ise kurgusal bir polisiye romanı okurken hissediyordum. Kitap, konusu bakımında yarı gerçeklik yarı kurguyu içeriyor fakat bunun dengelenmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Bu yüzden, kitabı okurken çoğu zaman gerçekçiliğinin fazla olduğunu ve kurgunun zayıf kaldığını düşündüm.

Kitabın akıcılığı ve merak unsuru bayağı yüksekti. Öyle ki, bu meraka daha fazla dayanamayıp kitabın yaklaşık dörtte üçünü bitirdiğim sıralarda çocuğu kimin kaçırdığına baktım :D Bundan sonrası benim için biraz sıkıcı geçse de, çocuğun kaçırılma nedeni ve olayların nasıl bağlanacağını merak ettiğimden kitabı bitirmeyi başardım. Bir de, kitabın sonu tam olarak bağlanamamış gibi geldi bana. Her şey çözülse, sırlar açığa çıksa da bazı karakterlerin hayatının bundan sonra nasıl olacağı işlenmemişti. Dokuz Gün, bir seri kitabı olmadığı için en azından devamında neler olabileceğine dair sinyaller verilseydi, daha iyi olabilirdi.


Kitabın basım kalitesinden de söz edeyim. Dokuz Gün'de, Trendeki Kız'da olduğu gibi asıl kapağı çevreleyen kağıt bir kap kullanılmıştı ve bu kabın bir kısmı kesilip şeffaf bir materyalle kapatılmıştı. Buna ek olarak, kitabın asıl kapağının dokusunu çok sevdiğimi söyleyebilirim. Ayrıca, gerek kapaklarda gerekse çevirilerde orijinallikten yana olsam da bu sefer hem kapağın hem de adın kitaba uyacak şekilde değiştirilmesini uygun buldum.

Dokuz Gün'ü eksikliklerine rağmen severek okudum. Gerçekçi kurgusu, psikolojiyi doğru kullanması ve yüksek merak unsuru, kitabın sevdiğim özelliklerindendi. Konu ilginizi çekiyorsa ve polisiye seviyorsanız, Dokuz Gün'e bir göz atmanızı tavsiye ederim :)



Güven böyle bir şeydir. Onu bir kere kaybederseniz insanlara karşı tavırlarınızı ayarlamaya başlar, araya siperler kazar, bilgilere süzgeçler koyar, sadece bilmelerini istediğiniz kadarını iletirsiniz.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku