,

Bu ay ne(ler) okudum (Şubat/2015)


Şubat ayı benim için tatili ve izlediğim dizileri bırakıp okula alışmayla geçti. Tatilin bittiğine alışsam da dizileri bir türlü bırakamadım ve bu yüzden bitirdiğim kitap sayısında bir artış olmadı. Yine de izlediğim bunca diziye rağmen şubat ayını kitap konusunda iyi bir şekilde kapattığımı düşünüyorum :)


The 100, beklentilerimin biraz altında kaldı. Dizisini önce izlediğim için dizideki bol aksiyonun kitapta da olacağını ummuştum. Yine de karakterleri ve basım kalitesi, kitabın eksikliklerini az da olsa kapatıyor, benim gözümde. Dizisini severek izleyenlerin, kitaptan aynı tadı alamayacağını düşünüyorum fakat kitabını okumadan da olmaz diyerek kitabı, dizisini izleyenlere tavsiye ediyorum :)

Duman ve Kemiğin Kızı ise favori melek konulu kitabım olma potansiyeline sahip bir kitap. Kitabın en çok hoşuma giden unsuru, özgün kurgusunda dine çok fazla yer vermeyip melek türünü alternatif bir yolla açıklamaya çalışması. Ayrıca ana karakteri Karou'yu da oldukça sevdim :) Serinin devamını çok merak ediyorum, ikinci kitabı umarım en kısa zamanda edinirim.

Otomatik Portakal'ı taşıması kolay olduğu için seçmiştim. Okul yolunda başlayıp yine okul yolunda bitirdiğim bir kitaptı. Kitabın beklediğimden çok daha çarpıcı bir dili var. Çevirisinde birkaç sorun olduğunu düşünsem de daha sonra, böyle şaheserlerin çevirilerinde hep sorunlar olacağı aklıma geldi ve çevirmenin işi iyi kotardığını düşündüm. Kısacası, üzerinde düşündükçe kitabı daha çok beğendim. Herkese, şiddetle tavsiye ediyorum ;)

Şubat ayında sizler hangi kitabı/kitapları okudunuz?


post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , , ,

Yorum: Laini Taylor - Duman ve Kemiğin Kızı (Daughter of Smoke & Bone, #1)

Tür: Aşk, Fantastik, Genç-Yetişkin, Paranormal
Goodreads Puanı: 4,06 (138.713 oy)
Orijinal Adı: Daughter of Smoke and Bone
Yayınevi: Artemis Yayınları
Çeviri: Uğur Mehter
Basım Yılı: 2013
Sayfa Sayısı: 436
Bir zamanlar, şeytanın ininde yerde tüylerle oynayan küçük ve masum bir kızdı.

O, artık masum değil...



Duman ve Kemiğin Kızı'nı uzun zamandır okumak istiyordum. Zaten arkadaşlarımın çoğu kitabı o kadar çok övmüştü ki, okumamak gibi bir seçeneğim yoktu :D Ben de geçen haftalarda kitaba başlamaya karar verdim ve kitabı ertesi günü bitirdim.

Öncelikle, melek konulu kitapları pek tercih etmediğimi belirtmeliyim. Nedeni ise işin içine bir yerden sonra dinin girmesi. Din, benim gözümde hassas bir konu; yaratılan kurgu için baz alınacak dinin herkese hitap etmemesini geçtim, bu ikisinin örtüştürülmesinin çok zor olduğunu düşünüyorum. Fakat Duman ve Kemiğin Kızı'nda din, çok ön planda değildi, hatta neredeyse hiç yoktu. Laini Taylor'ın dine ağırlık vermek yerine, meleklerin ve diğer türlerin var oluşunu açıklamak için başka bir alternatifi kullanmasını sevdim. Kitabı severek okumamı sağlayan en önemli unsur, meleklerin farklı bir açıdan ele alındığı bu özgün kurguydu.

Kitabın anlatımı da sevdiğim özelliklerindendi. Karou'nun olaylara bakış açısı oldukça ilginç ve kendisi de eğlenceli biri. Fakat kitabın son 100 sayfasındaki Karou ile diğer kısımlardaki Karou bana biraz kopuk gibi geldi. Nedeni spoiler olacağı için ayrıntılı olarak anlatamıyorum ama kitabı okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır. Üstü kapalı olarak açıklamam gerekirse, karakterin bu kısımlardaki geçişini çok keskin ve ani buldum. Karou'nun diğer kısımlarda bahsedilen hayatı aniden bitirildi, kesilip atıldı sanki. Okuduklarımdan hareketle son 100 sayfadaki hayatının daha önemli olduğunun vurgulandığı çıkarımını yaptım ve ben daha çok diğer kısımlardaki Karou'yu ve hayatını sevdiğim için kitabın son 100 sayfası beni biraz da olsa kitaptan soğuttu diyebilirim. Ayrıca Karou'nun geçmişinin anlatıldığı kısımlar her ne kadar aydınlatıcı olsa da, bu kısımları okurken bayağı sıkıldım.

Kitaptaki betimlemeler fazlasıyla ayrıntılıydı. Yerlerin ve duyguların betimlemeleri gerçekçiliği arttırarak kurguyu zenginleştirse de karakterlerin betimlemeleri çok karışıktı. Özellikle kimeraları hayal ederken çok zorlandım; fakat bir süre sonra akışına bıraktım ve zihnimde az da olsa bir şeyler canlandı.

Duman ve Kemiğin Kızı, sevmediğim son 100 sayfasına rağmen çok akıcıydı. Bunda Karou'nun payı büyük; mizah anlayışını, kişiliğini, kısacası kendisini çok sevdiğim için özellikle de onun olduğu bölümlerin nasıl bittiğini anlamadım bile. Bir de daha ilk sayfalardan beri adlandırması güç, gizemini koruyan bir şeyler var kitapta. Bu gizemi çözme hevesi de, insanı sayfaları arka arkaya çevirmeye teşvik ediyor.

Yayınevi, orijinal kapağa yakın bir kapak oluşturmayı tercih etmiş. Orijinal kapak kullanılsaydı çok daha iyi olurdu fakat yine de beterin beteri var diyorum :D Bir Küller Şehri vakasıyla daha karşılaşmadığımız için mutluyum :) Kapak resminde görülen yazılar ve maskenin göz kısmı yaldızlı; ışığa tutulduğunda yanar dönerli bir hal alıyor. Artemis'in böyle bir güzellik yapmasını beklemediğim için biraz şaşırdım. Ayrıca, kitabın arka kapağındaki tüy resimleri de hafif kabartmalı; dediğim gibi orijinal kapak olsaymış bu kitap en azından kapak konusunda tadından yenmezmiş. Bir de, arka kapakta kitabın tanıtım yazısı yer almıyor. Kısa da olsa bir tanıtım yazısı yer alsaydı, birçok okurun aklında Duman ve Kemiğin Kızı ile ilgili bir şeyler şekillenirdi ve ona göre kitabı alabilir veya kitaba belli bir beklentiyle başlayabilirlerdi. Ben kitaba başladığımda, etrafımdan duyduklarım dışında, kitap hakkında hiçbir fikrim yoktu. Arkadaşlarımın tavsiyesi olmasaydı belki, severek okuduğum bu kitabın kapağını kaldırmayabilirdim. Bu yüzden, kitabın arka kapağına kitabı yansıtabilecek fakat spoiler içermeyen birkaç cümlelik bir tanıtım yazısı koyulması taraftarıyım.

Özgün kurgusu, ayrıntılı betimlemeleri ve akıcı anlatımıyla Duman ve Kemiğin Kızı'nı severek okudum. Son 100 sayfa, beklentilerimi pek karşılamasa da kitaba tam puan vermeyi uygun gördüm. Kitap, okuduğum en iyi melek konulu kitap olma potansiyeline sahip; en iyi olup olmadığına, serinin devamını okuduktan sonra karar vermek istiyorum :)



"Umut. Umut, çok güçlü olabilir. Belki gerçek sihir diye bir şey yoktur ama en çok neyi istediğini biliyorsan ve umudu içinde bir ışık gibi tutabiliyorsan, neredeyse sihir kullanmış gibi, dileklerinin gerçekleşmesini sağlayabilirsin."





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , , , ,

Yorum: Kass Morgan - The 100 (The Hundred, #1)

Tür: Aşk, Bilim Kurgu, Distopya, Genç-Yetişkin, Kıyamet Sonrası
Goodreads Puanı: 3,50 (8.323 oy)
Orijinal Adı: The 100
Yayınevi: Go Kitap
Çeviri: Arın Zengin
Basım Yılı: 2014
Sayfa Sayısı: 300
İNSANLARIN GELECEĞİ ONLARIN ELİNDE

Yaşanan nükleer felaket Dünya'nın sonunu getirmiş, bu büyük felaketten sağ kurtulan insanlar 300 yıl boyunca Dünya'nın yörüngesindeki bir uzay gemisinde varlıklarını sürdürmüştür.

Tükenmeye yüz tutan kaynaklarla koloniyi ayakta tutmaya çalışan yöneticiler, nüfusu kontrol altında tutmak için en sert tedbirleri almakta, hafif suçlar için bile idam cezası uygulanmaktadır. Öyle ki çocuk suçlular on sekiz yaşına geldiklerinde idam edilmektedir. Ama ölümlerini bekleyen bu gençlerin artık çok önemli bir görevi vardır. Gözden çıkarılmış genç suçlulardan oluşan 100 kişilik bir ekip, geçen zaman içinde yerleşime hazır hale gelip gelmediğini test etmek için Dünya'ya gönderilecektir.

Koloninin geleceği, onların elindedir. Bu onlar için ya ikinci bir şans ya da bir intihar görevi olacaktır. 100 ekibi farklılıklarını, geçmiş hesaplaşmalarını bir kenara bırakıp birleşmeli ve bilinmezlerle dolu Dünya'da hayatta kalmaya çalışmalıdır. Ama ihanetler, sırlar, henüz bitmemiş ve yeni başlayan aşklar bir bir gün yüzüne çıktıkça bir arada kalmaları gittikçe zorlaşacaktır.
The 100'ı dizisiyle tanımıştım. Diziyi izlediğim için kitabını okumak gibi bir düşünce yoktu aklımda. Ama çoğu kişiden kitapla dizi arasında farklılıkların olduğunu duyunca, kitabı edinip okumaya karar verdim.

Kitapta kurgulanan dünya, bilindik bir temaya sahip olsa da ayrıntılarıyla özgün olmayı başarmış. Ark ile ilgili bilgiler bölümlere yayılmış durumda. Böylece kitap, okuyucuyu teknik bilgilere boğmadan uzay istasyonunun işleyişi hakkında bilgi veriyor. Fakat ben, kurguyu çok ilginç bulduğum için kurgunun bel kemiği olarak da sayılabilecek Ark hakkında biraz daha bilgi sahibi olmak isterdim. Yine de, teknik bilgilerin dozunda ve anlaşılır olduğunu düşünüyorum.

Kitap, 4 karakter üzerinden gidiyor. Daha doğrusu olaylara, 4 karakterin bakış açısıyla tanık oluyoruz. Karakter geçişleri yerinde olsa da karakterlerin geçmiş-günümüz geçişleri çok net olmadığından, bu durum akıl karıştırıcı olabiliyor. Ayrıca, karakter betimlemeleri de yetersizdi. Kişilikleri ile ilgili okudukça fikir sahibi olsam da dış görünüşleri hakkında çok az şey anlatılmıştı. Bu yüzden karakterlere yeni yüzler hayal etmek yerine, dizideki oyuncuları kullandım.

Kitap çok kısaydı. Bazı olayların oldu bittiye getirildiği hissini üstümden atamadım. Ayrıca The 100, serinin ilk kitabı olduğu için biraz da giriş havasındaydı. Biraz da bu yüzden, dünyaya gönderilme öncesi ve sonrasında olanlara ağırlık verilmemişti. Bu kısımlar, ana olaylara geçmek için kısa tutulmasaydı daha iyi olabilirdi.

Kitabı okurken diziyle kıyaslamadan edemedim. Dizi ve film uyarlamalarında neredeyse her zaman kitapları tercih etsem de bu sefer oyumu diziden yana kullanıyorum. The 100'ın diziye uyarlanırken çok fazla değişim geçirdiği bir gerçek, ama diziyi birçok açıdan daha iyi buldum. Sanırım dizinin tek eksiği Glass gibi sevilesi bir karakterin çıkarılmasıydı. Bir de Finn diye gereksiz bir karakterin yaratılmasıydı. Bunların dışında yine çok şey değiştirilse de ana kurguya bağlı kalınması ve bunun ayrıntılarla zenginleştirilmesi, benim için, dizinin tercih edilebilirliğini arttırdı.

Kitabın aksiyonunu da düşük buldum, en azından diziye kıyasla düşüktü. Son sayfalara kadar aksiyon düşükle orta arasındaydı. Fakat buna rağmen kitap bayağı akıcıydı, bir günde rahatlıkla bitirilebilir. Ben de The 100 giriş kitabı niteliğinde olduğu için, aksiyon konusundaki umudumu sonraki kitaba bağladım. Umarım serinin devam kitaplarında daha fazla aksiyon görebiliriz.

Kitabın basım kalitesi ise 5 üzerinden 6 alabilecek derecede iyi. The 100'da da yayınevinin diğer kitaplarında olduğu gibi mıknatıslı tasarım var. Ayrıca orijinal kapağın kullanılması ve bu kapağın kabartmalarla daha da öne çıkarılması, kapağa aşık olmak için yeterli. Ayrıca, arka kapaktaki yazıların renk geçişlerinin de kitaba ayrı bir hava kattığını düşünüyorum.

The 100, orijinal kurgusu ve etkileyici kapağıyla severek okuduğum kitaplar arasındaki yerini aldı. Kitabın eksikliklerinin olduğunu düşünsem de serinin devamında bunların kapanacağını umuyorum.



Bellamy, ellerini başının arkasında kavuşturdu, yüzünü güneşe çevirdi ve sıcaklık içine işlerken nefes verdi. Bir kızla aynı yatakta olmak kadar güzeldi neredeyse. Belki daha da güzeldi, çünkü güneş ona asla ne düşündüğünü sormazdı.





post signature
Paylaş:
Devamını Oku
, , , , , , , ,

Dizi Notları | 3



Sömestrın büyük bir kısmını dizi izleyerek geçirdim. Dizi izlemeye başladığım zaman gözüm hiçbir şeyi görmediği için de ne blogla ilgilenebildim ne de kitap okuyabildim. Yazmak istediğim birçok yazı birikmiş durumda; hepsini en kısa sürede yazıp yayınlamayı planlıyorum. Bu arada, eski kitap okuma düzenime dönebilmek için de son zamanlarda severek izlediğim dizilerden bahsedersem, dizi konusunda kendimi biraz olsun frenleyebileceğimi düşündüm ^_^


Endeavour'u, yine İngiliz dizilerine sardığım bir dönemde keşfettim. Biraz araştırınca, Endeavour'un aslında Colin Dexter tarafından yazılan bir polisiye romandan hatta seriden uyarlandığını öğrendim ve çok şaşırdım. 10dan fazla kitaptan oluşan bu seri dilimize çevrilmediği için adını duymamış olmam doğal tabii. Bunu öğrendikten sonra ise diziyi daha bir sevdim :)

Aslında bu seriyi konu alan Inspector Morse adında, eski yapım bir başka dizi daha var. EndeavourInspector Morse'un prequel'i. Yani dizi, karakterin gençlik dönemini işliyor. Bense, karakterin yaşadıklarını kronolojik olarak izlemek istediğim için Endeavour'dan başlama kararı aldım.

Dizinin konusundan da kısaca bahsedeyim. Dizi açılışı 1960lı yıllarla yapıyor. Endeavour Morse, zeki bir polis memuru. Aslında kendisi üniversiteyi yarım bırakıyor, akabinde orduya yazılıp oradan, eleman eksikliğinin giderilmesi için bir süreliğine polis teşkilatına atanıyor. Burada da kalmak istemediğine karar verip istifa etmeyi düşünürken, kayıp bir kızın cesedinin bulunduğu davayla ilgilenmeye başlıyor.

Senaryonun roman serisine uygunluğunu kitapları okumadığım için bilemeyeceğim ama senaryonun zekice yazıldığını söyleyebilirim. Bölüm başında gösterilen kısa sahneler bölüm sonunda, bir yapbozun parçaları gibi birbirine uyuyor ve senaryo bu şekilde, ustaca işleniyor. Her bir bölümde farklı bir olay işlense de bölümleri birbirine bağlayan ufak ayrıntıları görmek de mümkün. Dizinin tek olumsuzluğu sezonlarının çok az bölümden oluşması. Pilot bölümünü de sayarsak dizinin şu anda toplam 9 bölümü var. Eski dönem polisiyeleri seviyorsanız Endeavour'u kaçırmayın, derim ;)


İngiliz dizilerine devam edeyim dedim ve kendimi Black Sails'e kaptırdığım sıralarda, dizinin Kaptan Flint'i Toby Stephens'ın Vexed adında bir başka dizisini buldum. Zaten Vexed, mini dizi olduğu için izleyecek yeni bir dizi bulana kadar yetti bana.

Dizi hem polisiye hem de komedi türüne ait. Dizideki olaylar ise günümüzde geçiyor. İki dedektifin olayları çözmesini konu alıyor. Olaylar çözülürken bu dedektiflerin yaşamlarından bilgilere de yer veriliyor. Dizinin şu anda 2 sezonu mevcut; Toby Stephens iki sezonda da Dedektif Jack Armstrong'u canlandırırken, ilk sezondaki partneri olan bayan dedektif ikinci sezonda yer almıyor. Ama onun yerine başka bir bayan dedektif geliyor.

Dizinin şu anda ne durumda olduğunu bilmiyorum, devam edip etmeyeceği hakkında bir bilgiye rastlamadım. Ama umarım devam eder zira daha önce bu tarz bir yapım izlediğimi hatırlamıyorum. Dedektifler bir yandan olayları çözerken diğer yandan izleyiciyi başarılı bir şekilde güldürebiliyor. Diziyi herkese tavsiye ediyorum. Fakat diziyi izlemek isterseniz, yerli dizi izleme sitelerinde bulamayacağınızı da belirtmeliyim. Ben birkaç ayarlama yapıp Hulu'dan izledim. Alt yazı yoktu fakat dil konusunda neredeyse hiç sorun yaşamadım. Orta seviyede İngilizcesi olanlar için de sorun olmayacaktır diye düşünüyorum.


The Musketeers'ı dizi sitelerinde son zamanlarda görüyordum. Fakat kitabı okumadığım için diziye de başlamak istememiştim. İzleyecek dizi kalmadığı için The Musketeers'e baktım, hem İngiltere yapımı olduğu hem de diziyi sevdiğim için devam etme kararı aldım :)

Dizinin konusundan bahsetmeme gerek yok, sanırım. Üç Silahşörler'i işlediği söyleniyor. Kitabı okumadığım için aralarındaki benzerlikleri, farklılıkları, vs. bilemeyeceğim ama senaryosu gayet güzel. Oyuncuları genelde tanıdık simalardan oluşuyor. Dekor ve kıyafetlerin de özenle hazırlandığı belli.

Dizi şu anda 2. sezonunu yayınlıyor. 3. sezon onayını da aldığını biliyorum. Aksiyonu yüksek, kaliteli bir yapım izlemek isteyenler The Musketeers'i tercih edebilir. Benim gibi, kitabı okuyacak fırsatı bir türlü yakalayamadıysanız da bu dizi sayesinde biraz gaza gelip kitabı edinebilirsiniz :D


Vikings'i ise geçen sene izlemiştim. Ama nedense, ilk bölümden sonra diziyi izlemeyi bırakmışım. Hangi akla hizmet böyle bir şey yaptıysam artık... Geçtiğimiz haftalarda yine dizi yokluğundan Vikings'i de aradan çıkarayım dedim; fakat bu sefer diziye bayağı bir sardım. Zaten sezonlarında az bölüm var, diziyi birkaç günde bitirip yeni sezona gün saymaya başladım :) Nitekim dizi 3. sezonuna geçen perşembe başladı, dizi sitelerine de cuma günü düştü. Çok değil, bir hafta kadar beklemişimdir yeni sezonu, ama bu süre bile geçmek bilmedi benim için. 3. sezonun ilk bölümünün tadı ise damağımda kaldı.

Dizide efsanevi viking savaşçısının, Ragnar Lodbrok'un hayatı anlatılıyor. Dizinin senaryosundan oyuncularına, kostümlerden müziklere kadar her şeyi çok kaliteli. Bir de benim gibi İskandinav mitolojisiyle ilgiliyseniz, Vikings sizin için bulunmaz nimet olabiliyor :)


The Originals da başlayıp yarım bıraktığım dizilerdendi. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine diziye bir şans daha verme kararı aldım. Aslında diziyi "kesin yarım" olarak etiketlemiştim, yani bir daha dönüp bakmayacaktım. Ama işte, dizi yokluğundan dolayı bu haftanın başında bakmış bulundum. Zaten diziyi Elijah için izliyordum diyebilirim, ilk bölümlerini izleyip bırakmamın ana nedeni ise dizide gelişen olaylar sebebiyle Elijah'ın sonraki bölümlerde yer almayacağını düşünmemdi. Bir de The Vampire Diaries gibi saçmalayacağından korktuğum için diziyi izlemeyi pek istemiyordum. Ama şimdilik güzel gidiyor, ilk sezonu bitirmeme birkaç bölüm kaldı. Hatta, The Originals umduğumdan da iyi çıktı :D

Son bir ayda izlediğim diziler bu şekilde... Ayrıca düzenli olarak takip ettiğim, haftalık bölümleri gelen dizileri izliyorum. Yani şu sıralar dizi konusunda eksiğim yok, fazlam var :D Dizileri kitaplarla biraz dengeleyebilirsem, blogla ilgilenmek gibi diğer eylemlerin de devamı gelir diye düşünüyorum ^_^

post signature
Paylaş:
Devamını Oku